18 Ağustos 2007 Cumartesi

DEDO KAZİM

SEYİD AZİZ KAYKAÇ VE HASAN ÇOBAN




SEYİD HASAN ÇOBAN ŞEYH ÇOBAN OCAĞI HASAN DEDE
Şeyh Çoban Ocağı'nın merkezi Tunceli,
SEYİD HASAN DEDENİN OĞLU ELAZIĞ FEVZİ ÇAKMAK MAHALLLESİNDE OTURAN KAZİM ÇOBAN.
















SİTEMİZE GİRDİĞİNİZ İÇİN ALLAH MUHAMMED ALİ SİZLE BERABER OLSUN. CEDDİM SEYH ÇOBAN SİZE YARDIM ETSİN.










RESİMDEKİ KİŞİ ŞEYH ÇOBAN OCAĞININ HASAN ÇOBANIN ORTANCA OĞLU KAZIM ÇOBAN ELAZIĞ FEVZİ ÇAKMAK MHL. SİNDE OTURMAKTADIR.
ABİSİ ALİ ÇOBAN , BİRADERİ KASIM ÇOBAN'DA ELAZIĞDA OTURMAKTADIR.
















POST DUASI
Bismişah Allah Allah Cem Birliğine Sohbet Sırlığına Evliya Keremliğine Uğur Açıklığına Dest Post Eyvallah Nefes Pirimdedir.




TEZEKERİ DUASI
Bismişah Allah Allah Manayı Marifet Sırrı Hakikat Geldi Hizmeti Muhammed Sükut et ey Cemaat.

Bismişah Allah Allah
Ben Gülamin Kamberiyam Etmazzem Adüllerden Hayıf Pirimiz Ustadımız Kırklar Meydanında Selmani Pak Bercemali Muhammed Berkemali İmam Hasan İmam Hüseyin İmam Ali’yi Pir Bilip Verelim Muhammed Mustafa ve Ehlibeytine Salavat.

Bismişah Allah Allah Haydarın Rahından Tenim Oldu Pak Yüzüm Sürüp Dergahına Eyledim Hak Kırklar Meydanında Pirimiz Ustadımız İbriktar Selmanı Pak Şeyinillah Allah Eyvallah Nefes Pirimdedir.








ÇERAĞÇI DUASI
Çerağı Ruşan Fahri Devreşan Zuhuru İman Himmeti Piran Piri Horasan Küşadı Meydan Kuvei Abdalan Kanuni Evliya Verelim Muhammet Mustafaya ve Ehlibeytine Salavat.

Bismillahirahmanirahim
La Feta İlla Ali La Seyfe İlla Zülfükar Yaratanın Nuru Aşkına Ya Allah Ya Allah Ya Allah Peygamberliğin Nuru Aşkına Ya Muhammed Ya Muhammed Ya Muhammed Velayati Nuru Aşkına Ya Ali Ya Ali Ya Ali




SÜPÜRGECİLER DUASI
Bismişah Allah Allah Üç bacı İdik. Gürihü Naci İdik. Kırklar Ceminde Süpürgeci İdik.Süpürgeci Selman Kör olsun Yezid-i Mervan Zuhura Gelsin Mehtiyi Sahibi Zaman Allah Eyvallah Nefes Pirimdedir.









NİYAZCI DUASI
Bismişah Allah Allah Evel Allah Diyelim Kadim Billah diyelim Geldi Hak Lokması Hak Versin Biz Yiyelim Gerçek Erenlerin Demine Hüü Diyelim Allah Eyvallah Nefes Pirimdedir.



NİYAZ DAĞITIMI SONU
Ehli Cemaat Ben Dağıttım Bu Niyazi Elimde Yoktur Tuhtu ile Terazi Herkes Hakınıza Oldunuzmu
Razı…………………….. Allahtan Sizden Olsun Razı.



SELMAN GÖREVİ
Ehli Cemaat Selman Aşkına Selman Hasta Gözü Parsta Ehli Cemaat Kırıklar Aşkına Selman Hasta Gözü Parsta Ehli Cemaat Pirimiz Hünkar Aşkına Selman Hasta Gözü Parsta.







SÜPÜRGECİ BİTİM DUASI
Bismişah Allah Allah Hüseyin-i Kerbela İçin Gözlerim Yaştır.Zalimlerin Bağrı Kara Taştır.Erenler Yolunda AliYül Murtaza Baştır.Kırklar Meydanında Pirimiz Ustadımız Seydül Feraştır.Allah Eyvallah Nefes Pirimdedir.




ÇERAĞÇI BİTİM DUASI
Esirgeyen ve Bağışlayan Allahın Adı ile Yaratının Nuru Aşkına Ya Allah Ya Allah Ya Allah , Peygamberlğin Nuru Aşkına Ya Muhammed Ya Muhammed Ya Muhammed , Velayati Nuru Aşkına Ya Ali Ya Ali Ya Ali.







GÖZCÜ DUASI
Bismişah Allah Allah Allahtan Ola ……………….Hidayet Muhammed Musatafadan Ola Şefaat Ali Yül Murtazadan Ola Himmet Pirimiz Ustadımız Gözcü Karaca Ahmet Allah Eyvallah Nefes Pirimdedir.





POST DUASI
Bismişah Allah Allah erenler Postu geldi Hizmetler Yerini Aldı Mümin Müslim İkrar Verdi.İkranınızda Daimi Olasanız. Hak Didarı göresiniz Post Sahiplerinin Himmet ve Hidayetleri üzerinizde Hazır ve Nazır Ola Gerçeğe hü.

TEZEKERİ DUASI
Bismişah Allah Allah Hüda Hakkın Kabul Et Hizmetin Ey Şah Bi Hakkı Mürtaza ve Ali Dergah Hüseyini Kerbela Nuru Hakkı İçin bu Dergahtan ayırma Ey Gani Şah Erenlerden Hakkı ve Hayırlı Himmet Şeyenlillah Allah Eyvallah Gerçeğe Hü.

ÇERAĞ DUASI
Çün Çerağı Uyandırdık Fahri Hüdanın Aşkına Seyid Ül Kevneyn Muhammet Mustafa aşkına saki Kevser Aliyül Mürtezanın Aşkına Hem Haticeyi Fatima Hayrun Nisanın Aşkına , Şah Hasanı Hülku rızanın Aşkına , Şah Hüseyin-i Kerbela Aşkına Ol İmamı Etkiya Zeynel Ebanın Aşkına Hem Muhammet Bakır Ol Kim Nesli Pak-i Mürteza Cafer-i Ül Sadık İmamı Rehmünanın Aşkına Musai Kazim Serfiraz-i Ehli Hak Hem Ali Musa Rıza-i Sabiranın Aşkına Şah Takı ve Ba Naki Hem Hasan Ül Asker-i Ol Muhammed Methi Sahibi Livanın Aşkına Haşrederek Yanan Yakılan Aşıkanın Aşkına Allah Eyvallah Hü.

SÜPÜRGECİ
Bismişah Allah Allah Sahibi Selma Mülki Süleyman Cennet-i Rıdvan Canımıza Yetişsin Şah-i Merdan Hayır Hizmetleriniz Kabul , Muratlarınız Hasıl Ola İstediğinizi ve Dileğinizi Hak Muhammed Ali Vere Gerçeğe Hü Mümine Ya Ali

GÖZCÜ
Bismişah Allah Allah Hizmetiniz Kabul,Muradınız Hasıl Ola İstediğinizi,Dileğinizi Hak Muhammed Ali Vere Gözcü Karaca Ahmet Sultanın Himmetleri Üzerinize Hazır Ve Nazır Ola Gerçeğe Hü.

NİYAZ
Bismişah Allah Allah Niyazınız Nur Ola Şah Zuhur Ola İki Gönül Bir Ola Yiyene Helal Yedirene Delil Dertlerinize Derman Küfürlerinize İman Ola Hastalarınıza Şifa Allahtan ola.Erenler Kerem Evliya Lokmalarınız Hak Dergahında Kabul Ola , Kadanıza Kalkan Belalarınıza Bekçi Ola , Şeynah Lillah Allah Eyvallah Gerçeğe Hü.

ÇERAĞI BİTİM
Bismişah Allah Allah Batın Oğlu Çerağı Nuru Ahmet Zahir Oldu Şemsi Mahi Muhammet Allah Eyvallah Hü Dost.

POST KALDIRMA
Bismişah Allah Allah Pos Kadim Ola Hünkar Yok ola Burada sorulan ahrette Sorulmayan Müminler Abad Münafıklar İslah Ola Hayırlar Fer Ola Şerler Def Ola Gerçek Erenlerin Demine Hü.

SÜPÜRGECİ BİTİM
Bismişah Allah Allah Hayır Hizmetleriniz Kabul ola Muratlarınız Hasıl Ola İstediğinizi Dileğinizi Hak Muhammet Ali Vere hizmetlerinizden De şefaat bulasınız Gerçeğe Hü.



ANNE VE BABAYA SAYGI ADABI
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek sordu: Ya Resulallah! Acaba anamın hakkını ödeyebildim mi?" Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Selem:Hayır! Seni karnında taşırken çektiği bir sancının, seni doğururken duyduğu tek bir acının karşılığını bile ödemiş değilsin"(2) diye cevap verdiler.Anne ve babasına itaat eden kimseye şu müjdeler vardır: "Bir kimse anne ve babasını kendisinden razı ederek sabahlarsa, onun için Cennetten iki kapı açılır. Akşamlarsa yine iki kapı açılır. Eğer yalnız annesini yahut yalnız babasını razı ederse o zaman bir kapı açılır. Kim de anne ve babasını kızdırarak sabaha kavuşursa onun cehennemden iki kapı açılır. Akşamlarsa (aynı şekilde) yine iki kapı açılır. Eğer yalnız birini öfkelendirmişse sadece bir kapı açılır. Ana babası haksız dahi olsalar, onların gönüllerini kırmamak karşılarında öf bile dememek lazımdır."(3)Kim anne ve babasına itaat ederse, iyilik ve ikramda bulunursa, kendi evladı da ona itaat eder. Bu konuda bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Siz babalarınıza iyilik ediniz ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler!"(4)ANNE BABAYA ASİ OLANLAR CENNET KOKUSU ALAMAZAnne ve babasına asi olanlar, ne kadar iyiliklerde bulunurlarsa bulunsunlar, cennete girmeleri çok zor olur. Diğer taraftan onlara iyilikte bulunanlar ne kadar kötü amelde bulunurlarsa bulunsunlar, itikadı bir bozukluk içinde değilseler, eğer varsa cehennemdeki cezasını kolay geçer, cennete gider. Bu konuda bir hadiste şöyle buyurulmuştur:Cennetin kokusu beş yüz yıllık yoldan rahatça alınır. Fakat anne ve babaya asi olanlar ve akraba ile bağı koparanlar bu kokudan mahrum olurlar. Hadisi şerifte buyuruluyor ki:"Cennetin kokusu beş yüz yıllık mesafeden duyulur. Ancak onun kokusunu anne ve babaya asi gelen ile akraba bağını koparan alamaz!"(5)Hazreti Musa Aleyhisselam bir gün Allahu Tealâ'ya münacat ederek şöyle niyazda bulundu:–Ya Rabbi! Acaba benim cennette arkadaşım kimdir? Allah–u Tealâ Celle Celaluhu: –Ey Musa! Falan beldeye git, orada bir kasap vardır. İşte senin cennette ki arkadaşın odur, diye cevap verdi.Bunun üzerine Hazreti Musa Aleyhisselam o beldeye geldi ve tarif edilen kasabın dükkânını buldu. Orada oturup bir müddet kasabın hareketlerini seyretti.Akşam olunca kasap heybesine bir parça et koyup, dükkânını kapayarak evinin yolunu tuttu. Hazreti Musa Aleyhisselam kasabın yanına yaklaşarak: –Beni misafirliğe kabul eder misiniz? diye sordu. Kasap da tebessüm ederek: –Buyurun, diyerek Musa Aleyhisselam'i evine davet etti. Eve varınca kasap getirdiği eti kendi eliyle pişirerek çorba yaptı. Sonra evin tavanına asılı olan büyük bir heybeyi aşağıya indirdi ve içinden gayet yaşlı bir kadını çıkardı. Kendi eliyle onu doyurdu, üzerindeki elbiselerini alıp yıkadı ve kuruttuktan sonra onu giydirdi. Sonra tekrar annesini heybeye koyup yerine astı. Tam o sırada kadının dudaklarının kıpırdadığını gördü. Musa Aleyhisselam: –Bu kadın kimdir? diye sordu. Kasap da: –Annemdir, diyerek cevap verdi.Musa Aleyhisselam:–Sen onu heybeye koyarken dudakları kıpırdıyordu. Sanki bir şeyler söylüyordu. Acaba ne diyordu? –O, devamlı olarak şu sözü söyler: "Ya Rabbi! Oğlumu cennete Musa'ya arkadaş yap" işte bu söylediği söz onun duasıdır. Bunun üzerine Hazreti Musa Aleyhisselam:–Sana müjdeler olsun! Ben Musa'yım. Sen de benim cennetteki arkadaşımsın, dedi.Bir kimse annesinin ayağını öperse, cennetin eşiğini öpmüş gibidir. Bu konuda Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşlardır:"Kim annesinin ayağını öperse, tıpkı cennetin eşiğini öpmüş gibi olur"(6)Ashab–ı Kiram'dan Alkame adında bir zat vardır. Bu zat bir gün çok ağır hasta oldu. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Bilal Radıyallahu Anhum hazretlerini onu görmeye gönderdiler. Onlar Alkâme'nin yanına vardıklarında bir de ne görsünler: Alkame'nin dili tutulmuş, bir türlü kelime–i şehadet getiremiyor.Hemen gelerek durumu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlattılar. Sahabeler, Alkame'nin durumunu gözden geçirdiklerinde onda bir kusur bulamadılar Daha sonra hanımı yüzünden annesiyle arasının iyi olmadığını öğrendiler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Alkame'nin annesine haber gönderdi. Kadın Peygamber Efendimiz'in huzuruna gelince Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadına: –Oğlun ile dargın mısın?" diye sordu. Kadın:–Dargınım ya Resulullah)!" diye cevap verdi. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem:–Oğlun çok zahmet çekiyor. Oğlundan razı olmasan bile ona hakkını helal et" dedi. Kadın:–Oğlum karısını bana tercih etti. Ben oğlumdan razı olamam, dedi.Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadına ne tavsiye ettiyse kabul etmedi. Nihayet Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:–Nefsim yed–i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sen ona öfkeli ve dargın bulunduğun sürece ne namazı ne de zekatı fayda vermez. Daha sonra sahabelere Alkame'yi yakmak için ateş toplamalarını emretti. Bunun üzerine kadıncağız feryad edip;–Bırakın oğlumu! Allah'ı şahit tutuyorum ki, ben oğlumu bağışladım, ondan razı oldum, ona hakkımı helal ettim, dedi. Bunun üzerine Alkame'nin dili açıldı ve kolayca kelime–i şehadet getirerek vefat etti. Bu hadiseden sonra Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:"Ey Muhacirler ve Ensar topluluğu! Kim hanımını annesine tercih ederse, Allah'ın laneti üzerine olsun. Allah–u Teala o kimsenin ne farz ne de nafile ibadetini kabul etmez."(7)ÖZETLE ANNE VE BABA HAKKINDA DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN HUSUSLAR ŞUNLARDIR * Allah–u Teala Celle Celaluhu isyanı ve günahı gerektiren hususlar dışında emrettikleri her konuda anneye ve babaya itaat etmek.* Anne ve babaya nezaketle ve saygı dolu bir dille hitab etmek.* İçeri girdikleri zaman hemen toparlanıp ayağa kalkmak.* Sabah akşam uygun zamanlarda ellerini öpmek.* Anne ve babanın kişiliklerini, şeref ve itibarını korumak.* Kendi arzuladığımız şeylerden onlara da ikram edip sunmak.* Anne ve babaya sık sık dua edip, bağışlanmalarını Allah–u Teala'dan dilemek.* Bütün dünyevi iş ve amellerinde onların fikirlerine danışmak.* Anne ve babanın yanında misafir bulunuyorsa kapıya yakın oturup onların verecekleri emirleri yerine getirmede acele etmek.* Onları sevindirecek işlerde bulunmak ve memnun kalacakları işleri yapmak.* Karşılarında yüksek sesle konuşmamak.* Konuşurlarken onları dinleyip, sözlerini kesmemek.* İzin vermedikleri takdirde evden çıkmamak.* Uyudukları zaman onları rahatsız etmemeye dikkat etmek.* Eşi ve çocuklarını onlara tercih etmemek ve her konuda onlara öncelik tanımak.* Beğenilmeyecek bir iş yaptıkları takdirde onları kınamamak.* Gülmeyi gerektiren önemli bir etken olmadıkça onların karşısında kahkaha ile gülmemek.* Sofrada onlardan önce yemeğe başlamamak.* Anne ve baba huzurunda ayakları uzatmamak, derli toplu oturmak.* Onların önünden yürümemek, onlardan önce bir eve veya işyerine girmemek.* Çağırdıkları zaman edeple "Buyur" deyip, hemen yanlarına gitmek.* Anne ve baba hayatta iken de, vefat ettikten sonra da onların dostlarına saygılı olmak.* Anne ve babasına kötülük eden kimselerle arkadaşlık yapmamak.* Onlar için sık sık, özellikle vefatlarından sonra dua etmek. Çünkü Salih evladın ölen anne ve babasına yaptığı dualar kabul olur. Onlara şu şekilde dua edilmesi güzel olur: "Ey Rabbim! Anne babam beni küçükken nasıl terbiye ettiler, besleyip büyüttülerse, sen de onlara merhamet et, geniş rahmetine kavuştur!"



MÜSAHİPLİK KİMDEN KALDI;
MÜSAHİPLİĞİN KURALLARI;
KİM KIM ILE MÜSAHİP OLABİLİR?

Dede KAZİM ÇOBAN

Müsahiplik Muhammed ve Ali´den kaldı. Ali ile Muhammed´in nasıl müsahip oldukları ve amaçları konusunda bir açıklama yapmayı faydalı buluyorum:
Alevi inancina göre Muhammed miraca gitti. Mirac dönüşü bir yeşil kubbe gördü. Gayıptan bir nida geldi “Ya Muhammed, git o kapıyı çal” dedi. Muhammed gitti, o kapıyı çaldı. içeriden bir ses geldi: “Kimsiniz?” diye sordu. Muhammed cevap verdi: ”Ben Peygamberim! Açin kapıyı içeri gireyim!” dedi. Aynı ses “Bizim aramıza Peygamber giremez. Sen git ümmetine Peygamberlik yap.” Dedi. Peygamber geri dönüp giderken aynı nida tekrar geldi: “Ya Muhammed git kapıyı bir daha çal.” Dedi. Muhammed tekrar kapıya vardı ve çaldı. İçerden aynı nida “Kimsiniz?”, Muhammed “Açın kapıyı, gül cemalinizi göreyim. Ben Resulüm!” dedi. İcerideki nida “Bizim aramıza Resul sığmaz” dedi. Muhammed çaresiz geri döndü, giderken tekrar nida geldi “Ya Muhammed, geri dön o kapıyı çal! Şöyle cevap ver!” dedi; “Sırrılı kayyum, haddümül fıkrayım, yani ena biatihim, ena miskinim, ena fukarayım”. Türkçesi; “Siz yaratıcısınız, biz yaratılmışız!” diye cevap ver dedi. Muhammed ayınısını yaptı ve kapı açılı. Muhammed içeri girdi, selam verdi, yer gösterildi ve oturdu. Burada ilk Kirklar Cemi yapıldı. Selman engürü getirdi, engur ezildi. Kırklara paylaştırıldı. Muhammed´din ilk paylaşımcıliğı burada görüldü. Medine´ye döndü. Bütün ashabelerini topladı, herkese birer ahiret, birer tarikat kardeşi edinmelerini söyledi. Mümkün olduğu kadarıyla bir yerli ile bir muhacirin, bir zengin ile bir fakirin müsahip kardeşi olmasını kural koydu. Herkes birer müsahip buldu. Ali´yi çağırdı „Sen de benim müsahibim ve kardeşimsin“ dedi.

MÜSAHIPLIK VE KURALLARI
Muhammed, Ali için su hadisi okudu: “Lahmike Lahmi, Demmike Demi, Ruhike Ruhi, Cismike Cismi” yani “ Ali benim, ben Ali´yim, beni seven Ali´yi sevsin, Aliyi seven Allah´ı Tealayı sever” dedi. Bazı çevreler mayasını koydu: “Hem kardeşim dedi, hem de kızını verdi” dediler. İlk musahiplik böyle gerçekleşti. Muhammed´in amacı halkı birbiriyle kaynaştırmak, birleştirmek, paylaşımcılığı ön saffaya çıkarmaktı. İnsanların birbirlerine kötü gözle bakmaması için bazı kuralları koydu. I şöyle sayabiliriz:
1. Ergenlik çağına ermis bulunmak
2. Evli olmak, eşinin rızaliğını almak
3. Çiftlerin birbirlerini iyi tanımaları
4. Iki ailenin birbiriyle dost olması
5. Müsahip olam çiflerin baskı altında kalmamaları
6. Müsahip çiftlerin alevilik kurallarıni bilmeleri: „Eline diline, beline, Pirine, Mürşidine sadık kalması”
7. Dört Kapı- Kırk makama uyması
8. Kurban kesip Mürşidine, Pirine teslim olması
9. Ata hakkını bilmeleri
10. Komşu hakkını bilmeleri
11. Birbirleri ile dostça geçinmeleri
12. Tecella – Tamenna´ya ikrar vermeleri, yani Ehli-Beyt´in dostu olup, düşmanını düşman bilmesi.
Müsahip olan canlar bu krallara dikkat etmeli, kuralların gereğini yerine getirmelidirler.

KİM İLE MÜSAHİP OLABİLİR, KİMLER OLAMAZLAR?
Her çift kendi akranı ile müsahip olabilir. Bu yol ver erkana uygundur. Akranı ve emsali olmayan ile musahip olmak yol ver erkana uygun değildir.
Alim ile cahilin musahip olmasi erkan degildir, zalim ile mazlumun musahip olması caiz değildir. Çünki, zalim kurttur, mazlum kuzudur. Seyyid-i Saadet evladı ile talip müsahip olamaz, erkan değildir. Mümin ile münafık müsahip olamaz, erkan değildir. Pirli ile pirsiz kişiler müsahip olamazlar. Pirli kişi rahman, pirsiz şeytandır. Müsahbi Hakka yürümüş kişinin tekrar müsahip tutması erkan değildir.
Kısacası: Her müsahip olacak çift anlaşacağı kişilerle yada çiftlerle müsahip olmaları erkandır. Müsahiplik kurallarını yerine getirebilenler müsahip olabilirler. Sözlerimi Imam Cafer-i Sadık Hazretlerinin sözleri ile bağlıyorum: „Muhammed-Ali´nin yolunda, Din-i Küm, İman-ı Küm“ yani: „Pir dindir, müsahip imandır. O kimdir ki dininden döndü, Pirinden döndü ve müsahibiden döndü, imanından döndü.“ Imam Cafer-i Sadık Hazretleri “Muhamed iman, Ali dindir. Dininden dönen, imanından dönen Muhammed-Ali´nin yolundan dönmüştür“ der. Allah kimseye göstermesin.

Sevgi lie kalın....




















DEDELİK
tarih: 11/6/2007 Saat: 09:27 : -
Yorum Yaz
ALEVI GELENEGINE GÖRE DEDELERIN SOYU (BAS SAYFA)
Alevi geleneginde, dedelerin "Evlad-i resul" yani peygamber soyundan oldugu kabul edilir ve bundan dolayi dedelere seyyid de denilirdi. Geleneksel görüse göre, ocaklar ve dergahlar seklinde örgütlenen Alevilik’te, bu ocak ve dergah kurucularinin ve dolayisiyla onlarin soylarindan gelenlerin evlad-i resul yani seyyid oldugu kabul edilirdi. Aleviler arasinda genel kabul görmüs bu geleneksel görüs Aleviligin esaslarinin yazili oldugu "Buyruk" kitaplarinda vurgulanmaktadir. Imam Cafer Buyrugu, Seyh Safi Buyrugu, gibi Alevi köylerinde bulunan bu kitaplarda da bu görüs hakimdir. Örnegin Buyruk’ta yer alan, "Ol zamandan bugüne kadar, seriat, tarikat, marifet, hakikat ve pirlik secde Muhammed Ali’den kaldi. Ol sebepten evlad-i Resulden gayrisine pirlik vetmek ve talip olmak caiz degildir..."seklindeki ifadelerle bu soy konusuna iliskin geleneksel görüs teyid edilmektedir.
Türk soyundan gelen dedelerin nasil evlad-i resul (seyyid) sayildiklari konusu da tartismalidir. Bugün icin yanitlanmasi zor bu konu hakkinda Alevi geleneginin tabii ki bir yaniti vardir.Benekay’in su ifadeleri Alevi geleneginin bu konudaki görüsünü cok iyi yansitmaktadir: "... Hazreti Ali ve evlâdi, Muaviye devrinden basliyarak tarih boyunca cok zulüm gördü... Ali evlâdi, Arabistan yarimadasindan kacip iran’a sigindi. Ama onlara en sicak yüregi oralardakiTürk boylari, Türk asiretleri acti. Böylece soylari karisti. O soylar gele gele bugüne geldi. Düsüncelerinizde böyle bir soru belirecek olursa, nasil oluyor da bir Türk, Hazreti Ali soyundan gelir? diyecek olursaniz, cevabi budur." Degisik Alevi ocaklarindan dedelerle yaptigimiz görüsmelerde de soy konusu soruldugunda, büyük bir bölümü bu sekilde aciklamislardir. Sonuc olarak diyebiliriz ki, Alevi gelenegi, Alevi dedelerinin evladi Resul olusunu bu sekilde aciklar.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜMDEDELIK KURUMU’NUN ISLEVLERI
A- DEDELERIN NITELIKLERI (BAS SAYFA)
Aleviligin temel ilkelerinin yazili oldugu buyruk kitaplarindan, cesitli arastirmalardan ve Aleviler arasinda günümüze kadar sürmüs bulunan uygulamadan anlasildigi üzere dedelersu niteliklere sahip bulunmaktaydilar: Dedelerin,
1-Evlad-i Resul (ocakzade) olmalari, 2-Egitici, terbiye edici (mürebbi) olmalari, 3-Bilgili ve örnek insani özelliklere sahip (mürsid-i kâmil) olmalari, 4-Buyruklarda yazili esaslara ve yerlesmis geleneksel Alevilik esaslarina
uyuyor olmalari gerekirdi. Simdi bunlari inceleyelim. Hem Aleviler arasindaki yaygin inanca ve hem de "Buyruk" kitaplarindaki bilgilere dayanarak denilebilir ki dede, dede soyundan yani ocakzade olmalidir. Ocakzade olan dedeler Evlad-i Resul yani seyyid kabul edilirler.
Bu konuda "Buyruk"larda yeralan ifadelerden bazilari su sekildedir: "Ve hem dahi ol pir hazreti oniki imam evlâdindan ola ki pirligi makbul ve muhakkak ola ki pirligi caiz ola. Evlad-i Resulden olmazsa pirligi caiz olur mu? El cevap: Olmaz " "Tâlib olan kisiye lazim olan sudur ki erenlerin edebini gözleye, velilerin izini izleye, namahrem kimselerden sakina, erenlerin sirrini aciga cikarmaya, el verip etek tuttugukimsenin aslinin dogruca Ehl-i Beyt’e ciktigini bile, ona göre biat ve inabe kila (baglana). Eger bir kisi bos etek tutsa, muhremini bilmese, o tâlibden Allah ve melekleri, bütün evliyâ ve peygamberler bizar olur...
iMAM CÂFER-i SÂDIK buyurur ki: Bir kisi Hakk’a tâlib olsa, Evlâd-i Resul’den baskasina kendini teslim eylese yani bilmedigi yerden biat ve inabe kilsa (el etek tutsa) onun mesrebi ve tuttugu etegin silsilesi Evlâd-i Resul’e ve Muhammed-Ali hazretlerine cikmasa, o kisinin seyhi seytan olur. Mahser gününde erenler katarindan ve Hak didarindan mahrum kalir. Hz.Peygamber buyurdu ki: "Benim evladimdan baskalarini pir edinenlerin piri seytandir"
"Ol zamandan bu güne kadar, seriat, tarikat, maarifet, hakikat ve pirlik secde Muhammed-Ali’den kaldi. Ol sebepten, evlâdi Resulden gayrisine pirlik etmek ve talip olmak caiz degildir. Yedigi, ictigi haramdir. Murtadi tarikat, murtadi hakikattir. Vehem irsadi ve biati ve tövbesi makbul degildir. Çünkü evlâdi Resulden biati yoktur. Sermayesiz kalmistir. Onun asli asla yoktur. Ol kimse Oniki imam dergâhindannasibsizdir." "Hazret Resul bir hadiste buyurur ki Allahu Taalâ hazretleri kelâmi kadiminde öyle buyurmus ki "asil asildir" demistir. Zira ezelden hirka ve meftul ve irsad ve tövbe ve pirlik ve seccade bunun cümlesi Sahi Merdan Ali’ye gelmistir. imdi sah evlâdi venesli olmayan kimseye pirlik etmek caiz degildir. Evlâd-i Muhammed-Ali’den ola ki pirligi caiz ola. ilmi ile amil ola.
Dört kapi, kirk makamdan on iki erkândan on yedi kemerbestten, üc sünnetten yedi farzdan bir sarttan, mesayihi kübra ilminden haberdar ola. Ve tarikat ile otura dura ki hakikat ile yola vara ki pirligi caiz ola. Çünkü talip ve yol mürsidindir." "Surasini iyi bil ki, Ulu Tanri "Ya Muhammed! iki cihanda benim diledigim sensin. Seni, kendi varligim icin yarattim ve onsekiz bin âlemi senin icin yarattim. Eger sen olmasaydin, evet sen olmasaydin yerleri ve gökleri ve ikisi arasindaki varliklari yaratmazdim."buyurur.Su halde, bu delil ile bizlere farz oldu ki, O’nu can-i gönülden sevelim ve de O’nun soyunu (Ehl-i Beyti’ni) sevip muhabbet edelim. Çünkü Resulullah efendimiz, evrenin var olmasinin sebebidir. Yine Ulu Tanri buyurur ki: "Ya Muhammed! Ululugum ve celalim hakki icin her kim seni ve evlâdini sevip muhabbet eylerse, yerler ve gökler kadar günahi da olsa bagislarim, rahmetimi ona esirgemem. Veher kim ki seni ve evlâdini evmezse, yerler ve gökler kadar ibâdet etmis olsa da, onun yeri cehennemdir, sonsuza dek oradan cikmaz." Yine Hz.Resûl buyurur ki: "Bir kimse gönlünü Resûl’ün evlâdindan baskasina teslim eylese ya da baglandigi kimsenin mesrebi Hz.Resûl’e cikmasa, o kisinin seyhi (önderi) seytandir. "Bundan, Allah’a siginiriz." "Öyleyse, imdi: Halifeler (tarikati seven muhipler) ve Pir’ler bu erkâni (ilkeleri) yerli yerince göreler (uygulayanlar) ve de seyh’in (Mürsid’in) mesrebi ve silsilelerini (soy kütügülü) Sah-i Velâyet imam-i Ali’ye ulastiralar. Talip götüren (egiten) kisiye gerektir ki bu sorularda kâmil (olgun mürsid) olalar, yeri gelince cevap vereler. Yukarida belirtilen ilkelerle cevap vermezse, o kimsenin Pir’ligi ve mürebbiligi caiz degildir. imdi, mürebbi ve pir (mürsid) olan ve halife (talip, muhip) yurdunda olan kimselerin, bu suallerde hic kusuru olmaya, cok önemlidir ve hem farz-i ayn’dir, vaciptir." Sonuc olarak denilebilir ki, dedelerin Evladi Resul yani seyyid olmalari bir önkosul idi. Dedelerin bir diger önemli niteligi ise, egitici (mürebbi) olmalari idi. Dedelerin mürebbi yani egitici nitelikleri o derece önemliydi ki, mürebbi sözcügü,tipki pir ve mürsid gibi dede yerine kullanilmaktaydi. Dedelerin bu önemli niteligi Seyh Safi Buyrugu’nda ele alinmakta, mürebbiligin üc sarti ve dört nisani aciklanmaktadir. Ayni sekilde görüstügüm dedeler de, dedelerin egitici olma niteliklerine önemle dikkat cekmislerdir.
Yine imam Cafer Buyrugu’ndaki su ifadelerle de dedelerin egiticilik yönleri vurgulaniyor: "... Ve tarikat bablarin ve hikmetlerin ve beyanlarin ve ayetlerin tamam bilmeyince, erkân dahi gayet ögrenmeyince ve bildirmeyince onlarin pirligi caiz olmaz. Yedikleri aldiklari haramdir."Dedelerin bilgili ve cemaatlerine örnek olacak insani özelliklere sahip olmalari da gerekmekteydi. Dedeler, taliplerinin dinsel hatta toplumsal planda karsilastiklari sorunlari cözmelerinde onlara yol gösterecek bilgi donanimina sahip bulunmak zorundaydilar. Ayrica dedeler, örnekinsan olarak kabul edilirler, cemaat icerisindeki saygin konumlarina uygun ahlaki nitelikleresahip olmalari gerekirdi. Gerek "Buyruk" kitaplarinda, gerek Aleviler ve dedeler ile görüsmelerde, ideal dede tasvir edilirken bu noktalar vurgulanmis, günümüzde bu niteliklerin eski rol ve önemlerini giderek yitirdiklerinden yakinilmistir. imam Cafer Buyrugu’nda yer alan, "... Amma ki pir olan ve rehber olan okur yazar ola...Ve pir oldur ki, hem kâmil ola, hem dörtkapi nedir ve ne oldugunu bile.
Ve ayetler ile âmil ola. Hem dahi amel ede. Ve makamlarinbile." gibi ifadelerle de, dedelerin bilgili olmalari konusu vurgulanmaktadir.Alevi dedelerinin "Buyruk"larda yazili esaslara ve gelenek halini almis Alevi esaslarina göre davranmalari zorunludur. Kendileri bu kurallara uymalidir ki, taliplerin de bunlara uymalari saglanabilsin ve uymayanlar kinanabilsin veya cezalandirilabilsin. Bu kurallara uymayan dedelerin dedelik yapabilme yetkileri ellerinden alinir, yani tarikattan düsürülür. Alevi "Buyruk"larinda dedelerin bilmesi gerekli esaslar ayrintilariyla yazilidir. Yazili olmayan durumlarda, dede kendisi, cemaatin de görüsünü alarak kararini verir. Dede, taliplerin yol atasi olarak kabul edildiginden ve oniki imamlari temsil ettigine inanildigindan, oldukca genis yetkilere sahiptir. Zamanla dedeler, "Buyruk"larda yazili kurallara göre karar vermeyi birakmislar ve kendi bilgileri ve görgüleri dogrultusunda karar vermeye baslamislardir. Bazi bölgelerdeOniki Burc olarak adlandirilan suc ve cezalarin yazili oldugu esaslarin uygulandigi görülmektedir ki, bu Anadolu’nun farkli bölgelerinde bulunan Alevi zümrelerinin bazi farkli uygulamalarina isaret etmektedir. Dedelerin taliplerce ziyaretleri dahi belli kurallara baglanmistir.
Buyruk’ta Dede’yi ziyaret icin üc kosul öngörülmektedir: "imdi malûm oldu ki mürsid ve sûfi olan, pirin ve mürebbinin nazarina varmakta üc erkân vardir.
Birinci: eli kuru bos varmaya, ikinci: abdestsiz ve taharetsiz bedhuy ile varmaya, Ücüncü: Mürsidin ve mürebbinin ve üstadin yanlarinda seriat ehli oldukta, ellerin baglayip nazarda duralar. Ondan seriat ehli gittikten sonra kalkip nazara gecip hayir dua alip evvel ayaklarina sonra dizlerine ve ondan ellerine niyaz edeler. Eger ki yanlarinda tarikat ehli olursa sûfi olan ellerin yanina salip dari mansur olup dura. Mürebbi ve mürsit ve üstad gülbenk edip talip ve mürit ve sakirt secde edip seytan aleyhünlâneden kurtulup melege ulu ademe secde edeler."
B- DEDELERIN ISLEVLERI (BAS SAYFA)
Daha önce dedelerin nitelikleri üzerinde duruldu. Simdi ise islevleri ele alinacaktir. Belirtilen niteliklere sahip bulunan Alevi dedeleri, gerek bulunduklari yerlesim alanlarinda,gerekse belli zamanlarda kendilerine bagli yerlerdeki taliplerini ziyaretleri sirasinda bu islevleri yerine getirirlerdi. Dedelerin uzakta bulunan talipleri icin kendilerine bagli bir mürebbi (dikme dede) atadiklari da görülmektedir. Dikme dede, kendisini atayan ocakzade dedeye bagimliydi. Ocakzade dede taliplerin sikayeti üzerine onu görevden alabilirdi. Dikme dede’ye, ocakzade dedeye verilen hakkullah da verilmez, her hasat zamani bir miktar ürün verilirdi. Hakkullah, ocakzade dede geldiginde ancak ona verilebilirdi. Bu dikme dedelerin bir bölümünün zamanla, bagli olduklari ocaklari tanimadiklari ve bagimsiz ocaklar olusturduklari da tahmin olunabilir. Dedelerin baslica islevleri su sekilde siniflandirilabilir:
1-Sosyal ve dinsel bakimdan cemaate önderlik etme, cemaati irsad (aydinlatma) ve bilgilendirme, 2-Dinsel ayinleri (cem törenleri) yönetme, 3-Suclulari düskün etme, Darginlari baristirma, 4-Bayram, cenaze, evlenme, sünnet vb. törenlerdeki görevleri,
Alevi dedeleri ve diger aile bireyleri toplumda büyük saygi görürler. Dede toplumun lideridir. Dedenin bu sayginligi daha önce belirtilen niteliklerinden kaynaklanmaktadir. Alevilerce dedenin soyu kutsaldir, dede en bilgili olandir, "Buyruk" kitaplarina sahiptir, onlari okuyabilir, tüm bu nitelikleriyle taliplerin her türlü problemlerine cözüm getirilebilir. Aleviler’de yasamin her alaninda dede nüfuzunu görmek mümkündür. Her konuda dedeye danisilir.
Dede belli araliklarla yapilan cem törenlerindetaliplere ögütler verir, onlari bilgilendirirdi. Aleviler dedelerin buyruklarina titizlikle uyarlar, uymayanlara cesitli yaptirimlar uygulanirdi. Dedeler, "Buyruk"larda yeralan dinsel esaslari, Oniki imamlar, Kerbela vb. konulari sürekli Alevilere ögretirlerdi. Her Alevi, yari tarihi, yari menkibevi veya bütünüyle menkibevi bu bilgileri ögrenirdi. Dedelerin en önemli islevlerinden biri de, cem törenlerini yönetmesinde kendini gösterir. Alevilerin ibadetlerinin temeli bu cem törenlerine dayanir. Ocakzade dedeler, her yil düzenli bir sekilde kendilerine bagli köylerdeki taliplerini ziyaret ederler. Dedelerin bu ziyaretleri, hasat zamani gectikten sonra yapilir. Dede bir yere geldiginde peyik (davetci) adi verilen bir kisi ve ev dolasarak dedenin geldiginive cem töreni yapilacagini köylülere haber verir. Köydeki evlerden biri cem töreni icin hazirlanir. Bu cem töreni (görgü cemi) cuma aksami, yani persembeyi cumaya baglayan gece yapilir. Cem’de oniki hizmet ve bu hizmetlerin ayri ayri sahipleri vardir. Cem’de oniki hizmet sahipleri ve görevleri su sekildedir:
Dede, cem törenini yönetir. Rehber, cemde görgüsü yapilanlara yardimci olur. Gözcü, cemde düzeni saglar. Çeragci, ceragi (mumu) yakar, meydanin aydinlanmasini saglar. Zakir, saz calarak deyisler söyler. Süpürgeci, her hizmetin sonunda, süpürge calma görevini yerine getirir. Sakka, su dagitir, lokmalar yendikten sonra temizlik icin ibrik, legen,havlu getirir. Sofraci, kurban ve yemek islerine bakar. Pervane, cemevine gelenler ve gidenlerle ilgilenir. Peyik, cemin yapilacagini herkese haber verir. Iznikci, cemevinin temizligine bakar. Kapici, cem yapilan yerin kapisinda bekler.Cem töreni, dede tarafindan görevlendirilmis yukarida adlari verilen hizmet sahiplerince, dedenin yönetiminde, belli bir düzen icerisinde yerine getirilir. Dede, cem törenini cem yapilan yerin baskösesinde bulunan post üzerinde oturarak yönetir. Burada cem töreninin karmasik isleyisi verilmekten cok, dedenin yönettigi bu cemin (görgü cemi) Aleviler arasindaki islevlerine dikkat cekilmek istenmektedir. Cem törenine düskün (suclu) olanlar alinmazlar.
Cem’e gelen talipler yüzleri dedeye dönük olarak belli bir düzen icerisinde diz üstü otururlar. Görgü cemi bütün taliplerin müsahipleriile birlikte görülmesi seklinde sürer. Her musahip görülmesinde dede, cemaatten razilik alir. "Bu canlardan razi misiniz?" diye sorar. Cem ’de kurban hizmeti de görülür. semah ve dualar (gülbâng) okunur. Cem'de isleyis, dedenin yönetiminde ve diger hizmet sahiplerinin hizmetleriyle büyük bir disiplin icerisinde yürütülür. Görgü ceminin yanisira, musahiblik cemi, Abdal Musa kurbani, Sultan Nevruz cemi, gibi diger toplanma zamanlarinda da yönetici konumundadir, cemaate ögütler ve bilgiler verir.iyi insan (insani kâmil) olabilmenin ancak, "eline, diline, beline bagli olmak" ilkesine uyularak mümkün olabilecegi ögütlenir.
Toplumun suc saydigi fiillere, agir yaptirimlarin uygulanacagi, Aleviligin kötü davranislari yapanlari disladigi, Alevi ulularinin da böyle kisilerden razi olmayacagi seklinde soyut, somut nitelikli cesitli telkinlerde bulunulur. Alevi dedelerinin önemli islevlerinden biri de, darginlari baristirmakti. Bu islev, cesitli nedenlerle ortaya cikan düsmanliklarin sona ermesini saglayarak, toplumsal huzurun bozulmasini önlüyordu.
Birbirleriyle konusmayan, dargin olanlar dedenin huzurunda mutlakabaristirilir, barismayanlar cezalandirilirardi. Bu kisiler toplum tarafindan dislanir, hatta sürgün bile edilebilirlerdi. Dedelerin darginlari baristirmasi islevi, cesitli arastirmacilarin da dikkatini cekmis, kapali bir toplumsal yapiya sahip Aleviler arasinda varolan suc oranindaki azlik ve toplumsal baris ortaminda bunun da rolü olabilecegine dikkat cekilmistir. Aleviler’de suc isleyen düskün, bu durum da düskünlük olarak adlandirilir. Düskün olanlara suclarina göre degisik cezalar verilirdi. Düskünlere tarik calinir, para vd. cezalar uygulanirdi ki, "Buyruk" kitaplarinda bu cezalar her suc icin ayri ayri belirtilmekteydi. Düskün olanlar cem törenlerine katilamazlar, kurban yiyemez ve yediremezler, toplumdan dislanirlardi. Ailesi bile o kisiyi evlerine alamazdi. Ayrica ücsünnet, yedi farz olarak bilinen esaslara uymayanlara uygulanacak cezalar da "Buyruk" kitaplarinda bulunmaktadir. Cem’e katilmak ve kurban lokmasi yemek Alevi erkânina göre su kisilere yasak edilmistir ki bu yaptirim o günkü toplumsal kosullar düsünüldügünde oldukca etkili olmustur:
1-Müsahibi olmayana, 2-Mürebbisi olmayana, 3-Bekâr ve kizkardesi, annesi, isi gücü olmayana
cem’e katilmak ve kurban eti yemek yasaklanmistir. Eger talibin sucu, büyük günahlardan (günah-i kebair) ise dede’nin bu konuda yapabilecegi bir sey yoktur. Buyruk’taki deyimle "Ancak onun davasini mahserde Hak Taalâ icra eder."Oysa kücük günahlarin (günah-i sagayir) cezalandirilma ve affedilmesine iliskin kosullarin belirlenmesi ve uygulatilmasinda dede tam yetkilidir. Buyruk’ta yer alan ve Hz.Ali’den, Selman-i Farisi’nin rivayet ettigi ".. Ve üstad hakkina riayet edeler.
Ve üstaddan can dahi sakinmayalar..." sözleriyle taliplere dedenin hizmetlerinin karsiliginin verilmesi, hatta ondan canlarini dahi sakinmamalari, canlarini feda etmeye hazir olmalari telkini yapilmaktadir. Taliplerin, dedelerce yargilanmasi ve cezalandirilmalarini, Aleviligin temel inanc esaslarinin yazili oldugu "Buyruk" kitaplarindan görelim: "Cem halinde bir kimseye bir sohbet düsse, yani bir tâlibden bir günah meydana gelse, söyle ki: Tarikat icinde noksanlik yapsa, yol ehli kardesler arasinda sitemli (suclu, düskün)olsa ve o toplantida "gözcü" olan kimse bunu görüp, eksigini yakalasa; düskün talib sitemine razi olup yola boyun verdigi takdirde, okimseye "erkân" sürmek lâzim gelir. Fakat, o mecliste halife yurdunda (mürsid makaminda) oturan kisinin bilmesi gerektir ki:
Bu tâlib ne gibi bir günahin sahibidir? Kacinci sünnetten veya kacinci farz’dan düsmüstür? Sünnet’den mi düstü yoksa farz’dan mi düstü? Ve buna ne lâzim gelir? O kisi nasil olursaarinir, günahindan yargilanir ve ne ile pâk olur? Yoksa, o günah farzla sünnet arasinda midir? Güelce anlayip, ona göre sitemini sürmek gerektir."
"Bir tâlib bir tâlibin evine varsa, evsahibi olan talibin ona izzet ve hürmet edip gücü yettigince nesi varsa meydana getire ve onun gelmesini mübarek bile, geldigi icin sevincinigöstere. Eger o tâlib onun gelmesinden safa ve sevinc duymayip, ictenlikle ona muhabbetve güleryüz göstermeyip, varini ondan esirgeyip lokmasini saklasa, Tanri katinda ve erenler katinda yüzü karadir, ikrari saf degildir. Ve bir tâlib kendi lokmasini bir münkire ve bir münafika yedirse, benim etimi yedirmis gibidir.
Ve yine bir tâlib kendi zürriyetini bir münkireverse ONiKi iMAM’in etini yedirmis gibi günah kazanir."
"Öyleyse, iyi bilinmeli ki, mürsid buyruguyla anlasilan: Bir kimse kendi bilgisizligi ile ya da dünya tamahi ve nefsinin istegi ile kendi kendini pir edinip, Erenlerin sirrini zâhir ehline (yabancilara) anlatip, halka gösterirse, Hazret-i IMAM CÂFER-I SÂDIK kavliyle, böyle bir kisinin katli (ya da toplumdan kovulmasi) helaldir. Bu tür kisilerden uzaklasmayip, bir arada durup oturup, lokma (yemek) yedirip, onun da lokmasini yiyen kimseler dahi, Mürsid’in emriyle dergâh’tan sürgündür, iste bu kadar!" Buyruk’ta, "Üc Sünnet Yedi Farz"dan düsenlerin (bu esaslara uymayanlarin) durumlari da su sekildedir:
ÜÇ SÜNNETTEN DÜSENIN GÖRÜLMESI :
Birinci sünnetten düsen talibin üzerine yol vardikta eger yola boyun verirse onu kendi görgüsüne koyasin, ne hizmet yaparsa onunla kabul edesin.
Ikinci sünneten düsen talibin üzerine yol vardikta bir tarik ilzam edip, bir akce tercüman alasin, üc akce halife hakki alasin.
Ücüncü sünnetten düsen talibe üc tarik ilzam edip, üc akce tercüman alasin, üc akce halifeye hak edip, bes akce üstad hakki (sehanzer) alasin.
YEDI FARZDAN DÜSENIN GÖRÜLMESI:
Bir talib ki birinci farzdan düsse, bes tarik ilzam edip, bes akce tercüman alasiniz. Bes akce halifeye hak edip, yedi akce üstad hakki alasiniz.
ikinci farzdan düsen talibe yedi tarik ilzam edip, yedi akce tercüman alasiniz. Bes akce halifeye hak edip on bir akce üstad hakki alasiniz.
Ücüncü farzdan düsen talibe on iki tarik ilzam edip, on iki akce tercüman alasiniz. Dokuz akce halifeye hak edip, on yedi akce üstad hakki alasiniz.
Dördüncü farzdan düsen talibe on yedi tarik ilzam edip, on yedi akce tercüman alip, on bes akce halifeye hak edip, kirk akce üstad hakki alasiniz. Ve bundan sonra kalan üc farzin günahi birdir. ister mürebbi gözünden düsse ve ister müsahib gönlünden düsse ve eger basindan taci alinmis olsa, bu üc farzin günahi birdir. Söyle ki : Kirk yedi tarik ilzam edip, kirk yedi akce gazilere tercüman alasiniz. Otuz üc akce halifeye hak edip, yetmis dokuz akce sehanzer alasiniz; üstad hakkidir.
YEDI FARZDAN DÜSKÜN OLANLARIN DURUMU : Ve bundan sonra bilmis olasiniz ki, bir kisi bunca farzdan düsse ona derman yoktur, sürgün olur. iste otalib Dergâh’a varip kendi özünü mesayihe (Seyhlere/ Dedelere) yetirmek gerek. Mürsid kabul ederse talib de kabul ede. Mürsidin kabul etmedigine talibden de derman yoktur, yüzü karadir, sürgündür, hic bir cemiyette yeri yoktur. Eger mürsid kabul ederse o kisinin bütün malini miras etmek gerekir. Bu tarik (yol-erkân) icinde her kim inad ve muhalefet ederse, bu tarika göre amel etmezsesürgündür, o kimse bu tarikden degildir, dünyada ve ahirette yüzü karadir,
ON iKi IMAM KATARINDAN ve HAK DIDARINDAN mahrum kalir. Kiyamet gününde bütünpeygamberler ve erenler ondan bizar (bikmis) olur. Amma, bir kimse yoksuldurumda olsa tercümani onun rizasidir; her ne getirse alip kabul edeler.
Dahi bundan sonra IMAM-I NÂTIK CAFER-I SADIK hazretleri buyurmustur ki: Bir kisi livata eylese, bu tarik icinde o kisi farzdan düser. Hic bir mezheb icinde yeri yoktur. Eger bunu yapacak olursa gerektir ki ücyüz altmis tarik ilzam edesiniz. O kisi bu tarik icinde ölürse murdardir. Eger korkarsa ücyüz altmis akce gazilere tercüman alasiniz. Doksan dokuz akce halifeye hak edip, üstad hakki (sehanzer)bütün malini miras edip ondaliyasiniz. Ta ki o talibin isi temiz ola. Düskünlük cezasi ya dede, ya da dede vekili tarafindan verilirdi. Suc dedeye söylenir, ceza istenirdi. Suc ne olursa olsun dede sucluyu dinler, sorar, sonra cezayi bildirirdi. Düskünlük cezasinin sonunda yeniden dedeye basvurulurdu. Dede’nin de uygun görmesiyle, düskünlügü sona eren talip yeniden topluma kazanilmis olurdu.
Antalya Tahtacilari konusundaki arastirmalariyla taninan Naci Kum Atabeyli’nin "...Aralarinda mistik bir inzibat hâkimdir. Dedelerin, kendilerini düskün etmesindenkorkarlar..." ifadesi düskünlük kurumunun sosyal islevini vurgulamaktadir. Alevi dedelerinin bayram, ölüm, evlenme, sünnet gibi törenlerde de birtakim görevleri bulunmaktaydi. Cemaat icin cok önemli olan böyle zamanlarda dede mutlaka bulunurdu. Bayram günlerinde, bayramlasmalarda dede büyük saygi görür, dedenin veya bir baska kisinin evinde toplanilir, dede bu sohbetlerde o günün Alevi inancindaki önemi üzerine bilgiler verir, cemaatle söylesirdi. Dede ölüm halinde yas yerine gider, akrabalarina bassagliginda bulunur dualar ederdi. Alevi-Bektasilerde ölüm haline, hakka yürümek denirdi. Bazi bölgelerde cenazeyi dede veya dede vekili yikar cenaze namazini da dede kildirirdi. Dedelerin bir görevi de evlenme zamanlarinda görülür.
Çogu zaman nikahlari dedeler kiyar, nikah dedenin duasiyla sona ererdi. Dede sünnet törenlerinde bulunur vedualar ederdi. N. Sevgen su bilgiyi veriyor: "Nisan indirmek eglencesiz ve gürültüsüz gecer. Bu sadece "Emr’i Hak"i yerine getirmektir. Oglan ve kiz tarafindan gelenlerle bir heyet teskil olunur. Aralarinda bulunan seyyid veya kâmil bir adam, "Emr’i Hak" denilen sözü, yani kizin oglana nisanlandigini ilan ve orada bulunanlari ishad eder. Alevi adeti vechile on iki imamin isimleri zikrolunarak bir dua okunur, serbet icilir, merasim biter. Bu derece basit bir merasimle nihayetlenen nisan, bütün kudsiyetini bu "Emr’i Hak"dan ve on iki imamin ismi üzerine okunan duadan almaktadir..." Dedelerin bu toplumsal islevleri daha da arttirilabilir.
Dedeler hastaliklarin tedavisinde de rol sahibi oldular. Bu tedavi sekli, dedelerin hastalara dua etmeleri ve bitkilerden yaptiklariilaclari kullanmalarina dayanirdi. Dede kimi zaman hastaya ve ailesine, bir Alevi büyügü icin kurban kesmelerini veya hastayi, bir Alevi büyügünün bulundugu türbeye götürmelerini salik verebilirdi. Örnegin, Erzincan’in Ocak köyündeki Hidir Abdal Sultan Türbesi’ne hastalarin tedavi icin getirildikleri, daha sonra iyilesenler icin kurban kesmek icin, yeniden geldikleri bilinmektedir. Dedelerin bir diger önemli islevi de, onlarin sözlü halk geleneginin nesilden nesile yüzyillardir aktaricisi olmalariydi. Bugün varolan halk edebiyatimizda dedelerin yasatici ve gelistirici rolleri yadsinamaz. Pir Sultan Abdal’in, Kul Himmet’in, Sah Hatayi’nin coskulusiirlerini dillerinden düsürmeyen, cem törenlerinde sürekli yineleyen dedeler, bu siirleri halka da asilayarak yüzyillardir yasamalarini saglamislardir.
Aleviler’de, mal veya para olarak verilebilen dinsel ödentiler bulunmaktaydi. Bir tür dinsel mali yükümlülük olarak görülebilecek bu ödentiler, dedelere, babalara, celebilere verilebildigi gibi, dergahlarin ve kücük tekkelerin hizmetlerinin karsilanmasi icin verilebilirdi.Burada bunun sadece dedeler ile ilgili yönüne deginilecektir. Kapali bir toplumsal yapiya sahip Alevilerdeki cemaat yapilanmasinin dogal bir sonucu olarak, dinsel hizmetleri gören dedelere, Alevi toplumu hizmetlerinin karsiligini bu sekilde ödüyor ve bu hizmetlerin devami bu sekilde saglaniyordu. Daha önce de deginildigi üzere islami benimsemeden önce Türklerarasinda da benzeri uygulamalara rastlanmaktaydi. Dedelere para veya mal olarak, verilebilen bu armaganlar en yaygin olarak hakkullah veya ciralik olarak adlandirilmaktaydi.
"Buyruk" kitaplarinda bu dinsel ödemenin hangi durumlarda, hangi miktarlarda yapilacagi ayrintilariyla yazilidir. Örnegin, yeni musahip olanlardan 110 para üstad hakki, 7 para dösek hakki alinacagi; meydana gecen musahiplerden 7 para dösek hakki alinacagi; meydana gecen musahiplerden 7 para dösek hakki alinacagi; musahipsizden ise üc para alinacagi belirtilmektedir. Çesitli kaynaklardan, dedeler ve talipler arasinda yaptigimiz arastirmalara göre Aleviler arasindaki uygulama Erdentug’un da belirttigi gibi "... Dedeeline verilene acip bakmaz : verilen miktar belli degildir. Yani hakkullah icin muayyen bir fiyat kesilmez; herkes gönlünden kopani verir..." seklindeydi. Dedelerin islevlerini bitirmeden, dedelerin hangi durumlarda (vefat haric) görevlerinin sona erdigine de deginmek gerekmektedir. Dedeler, Alevilik esaslarina göre büyükgünahlardan (günah-i kebair) kabul edilen suclari islediklerinde dedelik görevleriniyerine getirmekten men edilirlerdi. imam Cafer Buyrugu’nda, dedenin görevden alinmasini gerektiren büyük suclar su sekilde yer aliyor: "Bir pir (dede) avratini tatlik etse yani bosasa, kan etse. Kelime-i küfür söylese. livata eylese, ebediyen ona günahi kebairdir. Bunu isleyen talip olsa derdine derman yoktur. Pir (dede) ederse onun yüzüne bakip misafir ederlerse o bastigi yerde kirk sene kadarhayir bereket olmaz. Yanina varmiyalar..." Belirtilen bu suclari isleyen dedeler, dedelikten men edilirlerdi. Ayrica, bilgisiz olan yani Alevlik esaslarini, yol ve erkânini bilmeyenler de dedelikten azledilirlerdi. Dedelikten azledilmenin bir diger nedeni ise, tarikate muhalif, yani düskün olan taliplerdenhakkullah almakti.
Düskünlerden hakkullah kabul eden dedeler tarikatten düserlerdi,yani dedelik görevleri sonlanirdi. Dedeler sözü edilen bu nedenlerden dolayi görevden, bagli oldugu piri ve mürsidi tarafindan alinirdi. Alevi dedelerinin esas aldiklari kurallara göre dedelik görevi sonlanan bir dedenin talipleri, ayni ocakzade ailenin varsa amcazadelerine baglanirlardi. Bu durum Buyruk’ta su sekilde ifade ediliyor: " Eger pir yolundan düserse günah-i kebairden bir isi edip erkâna lâyik olmazsa talip ol ocaktan cikmaz. Emmi zadelerinden yapismak erkândir" Ancak bu dinsel uygulamanin yanisira, bagli bulunduklari ocakzade dedelerinden yoksun bulunan Alevilerin baska ocakzade dedelere baglandiklarina da rastlanmaktadir. Ayrica yine Buyruk’ta olmak üzere bir pirin benimsenebilecegi ifade dilmektedir ki, buda belli kosullara baglanmistir.: " Bir talibin piri irak olsa, eli ermese, ona vekâleten gayriden el tuta; görüle. Her kac seneden sonra piri gelirse yine pirine ikrar iman etmek erkândir. Zira atasinin pirini inkarederse, münkir olur..." Yine Buyruk’ta, soyu devam etmeyen dedelerin taliplerinin Evlad-i Resul olmak kosuluyla herhangi bir dedeye baglanabilecekleri de öngörülmektedir.
BESINCI BÖLÜM
GÜNÜMÜZDE DEDELIK KURUMU (BAS SAYFA)
Dedelik kurumunun hem islev hem de etkinlik bakimindan zayiflamasi, cumhuriyet öncesi ve sonrasi yasanan gelismelerle yakindan ilgilidir. Birinci Dünya Savasi ve sonrasinda yasanan Kurtulus Savasi ve Cumhuriyet’in kurulus sürecinde Türkiye’nin yasadigi siyasal ve sosyo-ekonomik dönüsüm, köklü degisikliklere yol acmisti. Busirada sosyal kurumlar da dogal olarak eski niteliklerini ve islevlerini yitirme tehlikesiyle karsi karsiya gelmislerdir. Özellikle 1950’lerden sonra giderek hizlanan köyden kente göc olgusu, büyük nüfus hareketleri yaratmis, eski toplumsal yapi parcalanmistir. Daha önce köylerde varolan toplumsal yapi, yüzyüze iliskilere, geleneklere dayaniyor, gelenek ve göreneklerden kaynaklanan esaslar, köy yasamina egemen bulunuyordu.
Dedelik kurumunun islevlerini ve etkinligini de bu toplumsal yapi cercevesinde degerlendirmek gerekir. Böylece, göclerle, köydeki toplumsal yapi bozulunca, bu toplumsal yapinin gereksinmeleri dogrultusunda sekillenmis bulunan dedelik kurumu da zarar gördü ve islevlerini yitirmeye basladi. Kirdan kente göc olgusu, kirdaki toprak azligi, tarimda makinelesme, ulasim aginin yayginlasmasi, hizli nüfus artisi, tarim disi faaliyetlerin canlanmasi ve halkin giderekyükselen beklentileri gibi sosyoekonomik etkenlere dayanmaktaydi. Kentlere göc, köylerdeki toplumsal yapiyi altüst etmis, yüzyillarin getirdigi yerlesmis inanc ve gelenekler de sarsilmistir.
Göcler sonucu dede-talip iliskilerini saglayan sosyal yapinin cözülmesi cesitli sorunlara yol acmistir. Bu sürec icinde bircok dede, islevlerini sürdüremez hale gelmis, talipler ise daha önce her konuda basvurduklari dedelerden yoksun kalmislar, inanc yönünden adeta bir bosluga düsmüslerdir. Hem dedeler, hem talipler bakimindan, köydeki sosyal ortami ve o ortamda yerine getirilen cemtörenleri vb. törenleri devam ettirmek mümkün olamamistir. Bilindigi üzere 30 Kasim 1925’te 677 sayili yasayla, tekke ve zaviyeler kapatilmis; tarikatlar yasaklanmis, seyhlik, dervislik, seyitlik, halifelik, müritlik, gibi ünvanlarin kullanilmasina son verilmis; üfürükcülük, falcilik, muska yazma; tarikatlarla ilgiligiysiler giyilmesi yasaklanmis, türbeler kapatilmisti. Kimi arastirmacilara göre buyasa sonrasinda, Alevi dedelerinin Anadolu’da dolasarak taliplerini ziyaret edememisler ve bunun sonucunda, Alevilik inanc esaslari ve kurumlari ve bunlara olanbaglilik zayiflamistir.
Bu konuda R.Yetisen su bilgileri veriyor: "... Tarikatlarin kalktigi tarihte halkin ruhiyati kisa bir müddet icin müthis sarsilmis, fakat bilhassa gencler yeni rejime herkesten evvel üc bes yil icinde alismislardir: öyle ki, dedeleriyle, babalariyle garip zihniyetler bahsinde alay bile etmislerdir..." ismail Hakki da "Çepniler Balikesirde" adli eserinde, dedelerin Anadolu’da dolasmalari yasaklandiktan sonra, dinsel ve ahlaki esaslara olan bagliligin zayifladigini ifade ediyor.Bu zayiflama da bu yasal önlemin rolü oldugu kabul edilebilirse de, bu fazla abartilmamalidir cünkü dedelik kurumunu zayiflatan etkenler esas olarak sosyo-ekonomiktir. Göc olgusu, köylerdeki sosyal yapinin cözülmesine yol acmis, egitim kurumlarinin, iletisim olanaklarinin artmasi gibi gelismeler dedelik kurumunun cözülmesine, dede-talip iliskilerinin kopmasina neden olmustur.





































HZ.ALİ
tarih: 11/6/2007 Saat: 08:59 : -
Yorum Yaz
BİRİNCİ İMAM HZ. İMAM ALİ'NİN HAYATI
Dünyaya Gelişi, Lakabı ve Künyeleri
Hz.Ali Oniki İmâmın ilkidir, aynı zamanda Hz.Muhammed’in dâmâdı ve amcasının oğludur. Hz.Ali Hicret’ten 23 yıl önce (Milâdi 598) Recep ayının 13. gününde Mekke’de, Kâ’be-i Muazzama’nın içinde dünyaya gelmişlerdir ve Kâ’be’nin içinde doğan tek kişidir. Baba ve anne tarafından Hâşimi soyundan gelmiştir. Hz.Peygamber, Hz.Ali’nin doğumunu duyunca amcası Hz.Ebû Tâlib’in evine geldi. Hz.Ali’yi kucağına aldı, dilini ağzına verip emzirdi. Adını sordu, Fâtıma; “Esed koymak istiyorum” deyince Hz.Muhammed; “Hayır” buyurdu. “Onun adı Ali’dir” dedi ve adını “Ali” koydular.Künyeleri ise “Ebü’l Hasan” ve “Ebû Türâb”dır. Hz.Muhammed kendilerine, toprağın babası anlamına gelen “Ebû Türâb” künyesini vermişlerdi. Bu yüzden, bu künyeyi çok severlerdi.
İlk İman Eden Hz.Ali
Hz.Muhammed’e ilk vahiy geldikten sonra; erkeklerden İslâmlığını ilk izhâr eden Hz.Ali’dir ve ondan sonra kadınlardan da ilk olarak eşi Hz.Hatice’tül Kübrâ, İslâmiyet’i kabul etmişlerdir.Hz.Ali, bütün ömrü boyunca Hz.Muhammed’in en yakınlarından ve yardımcılarından biri olmuş, bütün savaşlarda Hz.Peygamber’in yanında savaşmış, bu savaşlarda çok büyük yararlıklar ve kahramanlıklar göstermiş, canını Hz.Peygamber’in uğruna vermekten hiçbir zaman kaçınmamıştır.
Hicret Gecesi
Hz.Muhammed hicret edeceği o gece, Hz.Ali’yi çağırdı ve “Bu gece Rabbimin emriyle Mekke’den göç edeceğim ve Sevr mağarasında gizleneceğim; sende benim yatağıma yatacaksın, ne dersin?” buyurmuşlardı. Hz.Ali bu haberi canına minnet bilmiş, şükür secdesine kapanarak kabul etmiştir. Bu olay münâsebetiyle, Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Sûresi’nin:“İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah rızâsına nâil olmak için canını satar ve Allah, kullarını pek esirgeyendir.” meâlindeki 207. âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur.
Hz.Muhammed ile Kardeş Olmaları
Hz.Peygamber, Medine-i Münevvere’ye Hicret’lerinden sonra; “Ansar (Yardım edenler)” denilen Medineli Müslümanlarla, “Muhacirun (Göçmenler)” diye anılan ve Mekke’den göç eden Müslümanları, birbirleriyle daha da kaynaştırmak için kardeş ettiler. Kardeşlik töreni bitince, tek kalan yalnız Hz.Peygamber ile Hz.Ali idiler.Hz.Ali:“Yâ Resûlullah! Ashâbını birbirine kardeş ettin; beni ise yalnız bıraktın” dedi.Hz.Resûl:“Yâ Ali! Sen; Mûsâ’ya Hârun ne menziledeyse, bana o menziledesin. Ancak benden sonra Peygamber yok, sen dünyada da benim kardeşimsin, âhirette de” buyurmuşlardır.
Bedir Savaşında Hz.Ali
Medine’ye Hicret’in 2. yılında, Ramazan ayında vuku bulan ve Ebû Cehil ile diğer müşriklerin önde gelenlerinin ölümleriyle sonuçlanan Bedir savaşında, Hz.Ali 25 yaşlarında idi ve İslâmiyet’i koruyanların başındaydı. Bu savaşta vadideki su kuyuları, daha önce gelen müşrikler tarafından zapt edilmişti. Ashâb da geceleyin susuzluk baş gösterince Hz.Peygamber; “Bize kim su getirir.” buyurdular. Hz.Ali, eline bir kırba alıp hayli uzakta olan su dolu kuyuya vardılar; suyla doldurup sahâbeye ulaştırdılar. Böylece Hz.Ali, Bedir savaşında Kevser sâkiliğinin bir örneğini göstermiş oldu.
Hz. Fatıma ile Evlenmesi
Hicret’in 2. yılının son ayı olan Zilhicce’de Hz.Muhammed, sevgili tek kızı Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’yı, Hz.Ali’ye vererek onu kendisine dâmâd etmiştir.Hz.Ali’nin, Hz.Fâtıma ile olan evliliklerinden; Hz.İmâm Hasan, Hz.İmâm Hüseyin ve doğmadan düşen, adı Hz.Peygamber tarafından konulan Muhsin ile Zeyneb ve Ümmü Gülsüm dünyaya gelmişlerdir.Hz.Peygamber’in nesl-i pâk olan soyları “Ehl-i Beyt’i”, Hz.İmâm Hasan ve Hz.İmâm Hüseyin’den devam etmiştir.
Uhud Savaşında Hz.Ali
Uhud savaşında, müşriklerden sancağı her kim eline aldı ise o kişiler, Hz.Ali tarafından birer birer katledildiler. Tarih kitaplarında ve Kur’ân âyetlerinde tafsilâtıyla bildirildiği gibi Uhud savaşında müşrikler bozguna uğrayınca; Hz.Peygamber’in bu savaşta, Abdullah bin Zübeyr’in kumandası altına verilen ve bir gediği korumaya memur edilip;“Her hâlde, yerlerinden ayrılmamaları emredilen okçuların” bozgunu görünce, gânimet hırsına düşmeleri ve yerlerinden ayrılmaları yüzünden, çetin bir bozguna uğrayan İslâm ordusu, Halid bin Velid’in bu gedikten hücumuyla bozulup dağıldı. Abdullah şehit düştü. Hz.Peygamber’in yanlarında, Hz.Ali ile bir kaç kişi kaldı. Ancak Hz.Ali, Hz.Muhammed’e saldıranlarla savaşmadaydı; o gün on altı yara almışlardı. Sonra, ashâbın tekrar Hz.Peygamber’in yanında toplanmaları, Hz.Ali’nin sebâtı sayesinde olmuştur.Bu savaşta Hz.Ali müşriklerle savaşırken ve Hz.Peygamber’i korurken elindeki kılıcı kırılmış, bunun üzerine Hz.Muhammed kendi kılıcı olan elindeki meşhur “Zülfekâr” adlı kılıcı vermişlerdir. O gün Hz.Muhammed, Hz.Ali için şu meşhur hadîsi buyurmuşlardır: “Lâ fetâ illâ Ali, Lâ seyfe illâ Zülfikâr” Anlamı: “Ali’den kahraman yiğit yoktur, Zülfikâr’dan üstün kılıç yoktur.”
Mekke’nin Fethinde Hz.Ali
Hicret’in 8. yılı, Ramazan ayında Mekke-i Mükerreme fethedildi. Hz.Muhammed, Ka’be-i Muazzama’nın çevresindeki putları kırdılar; içerisine girip oradaki putları da yerlerinden sökerek dışarıya attılar.Yüksekteki putların kırılması için Hz.Muhammed, Hz.Ali’ye “Yâ Ali! Omuzlarıma bas çık, şunları indir, kır” diye buyurdular. Hz.Ali, Hz.Muhammed’in omuzlarına basıp putları indirdi. O vakitteki hallerini anlatırken; “Bana öyle geldi ki, dileseydim göğe ulaşabilirdim” buyurmuşlardır.








12 İMAMLAR
-
Yorum Yaz

Imam Ali

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresi



Imam Hüseyin


Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi


(Miladi) 29.07.599(Miladi) 24.01.661Necef6412 Er. - 14 KizIbni MülcemMurtazaEbu TalibEsed kizi Fatima30 Yil


(Miladi) 25.02.625(Miladi) 10.10.680Medine5811 Er. - 8 KizSimrSehitAliFatima11 YilYezid


Imam Muhammed Bakir

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 10.05.676(Miladi) 28.03.733Medine575 Er. - 2 KizIbrahimBakirZeynel AbidinFatma Bint al Hasen19Velid - Süleyman -Ömer Ibni Abdülaziz -Yezid - Hisam

Imam Musai Kazim

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 08.11.745(Miladi) 01.09.799Kazimeyn - Bagdat5718 Er. - 19 KizHarunKazimCaferi SadikHamide35Mansur oglu Mehdi -oglu Harun

Imam Muhammed Taki

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 11.04.811(Miladi) 25.11.835Kazimeyn (Bagdat)254 Er. - 7 KizMutesemCevatAli RizaSebike8Memun - Mutasem

Imam Hasan Ül Askeri

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 27.10.846(Miladi) 02.01.874Samara282 Er.MutemidVekilAliyül NakiSusen (Hudeys)6 Mutezz - Muhtedi -Mutemid

Imam Hasan



Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 12.03.624(Miladi) 23.03.670Medine508 Er. - 7 KizCüdeMüctebaAliFatima10 YilMuaviye

Imam Zeynel Abidin

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 10.01.658(Miladi) 17.10.713Medine5811 Er. - 4 KizHüsamSeccadHüseyinSah Zenan (Sehri Banu)35Yezid - 2. Muaviye - MervanAbdülmelik - Velid

Imam Caferi Sadik

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 23.05.699(Miladi) 22.01.766Medine697 Er. - 3 KizMansursadikMuhammed BakirNecibe34Hisam - Velid - Mervani Himar -Seffat - Mansur

Imam Ali Riza

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 29.12.765(Miladi) 24.08.818Meshed Tus (Horasan)551 Er.- 1 KizMemunRizaMusai KazimNecime20Harun - Muhammed El Emin -Ibrahim - Memun

Imam Aliyül Naki

Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin Halifesi

(Miladi) 16.09.829(Miladi) 28.06.868Samara424 Er. - 1 KizMütevekkilHadiMuhammed TakiSemane 33Mutasim Vasik - Mütevekkil -Muntasir - Mustain - Mutezz -Mutemed

Imam Mehdi



Dogum TarihiSehadetiGömülü oldugu yerYasiCocuk sayisiKatiliLakabiBabasiAnnesiImamet süresiZamanin HalifesiAciklama

(Miladi) 30.07.869MehdiHasan Ül AskeriNercisBabasinin ölümünden sonraHalktan gizlenmistir (kücükgizlenme). Bu gizlenis sirasinda ümmetine elcilik yapan Ebu Hasan Ali ölünce Gaybet-i-Kübra (büyük gizlenis) baslamistir. Hz. Muhammed Mehdinin ne oldugu, bu gizlenisten sonra anlasilamamistir.
















Alevilik Nedir ?

Alevilik Nedir?
-
Yorum Yaz Allah, Muhammed, Ali kutsallığını kalbinde taşıyan , Hz.Ali’nin adaletinden ayrılmayan temelinde insan sevgisi bulunan her dine , mezhebe ser inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk , farkı gözetmeyen eline diline sahip olma ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, laik,demokrat, eiştlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, zalime ve zulme karşı gelen, mazlumun yanında olan, şeriatın bağnaz kuralllarına bağlı olmayan, ve onu reddeden, İslam dinini kendine göre ve sunni inancın dışında yorumlayan, aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri, merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvası sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı Kamil ve erdemli insan yaratmayı ön gören, korkuyu aşıp sevgi ile tanrıya yönelen, Enel-Hak ile insanın özünde tanrıyı gören, yaradan ile yaradılan ikiliğinen Varlk Birliğine varan, edep ve ahlaklığı yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin hemde irfaniliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den gelen neslin imametini teberra ve tebelle ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batını özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cemi ile yürüten bir inanç sistemidir. Alevilik Aleviler için üst kavramı, Bektaşilik ve Kızılbaşlık ise alt kavramları oluşturur. Alevilikte Allahtan başka Tanrı Yoktur.


Kızılbaşlık Nedir? Kızılbaş, Allah’ı ve Resulü uğruna kendini adamış, onların yolunda canından ve malından vazgeçmiş, bu yolda ölmek var dönmek yoktur yeminini başına sardığı kırmızı sarık ile ilan eden kişilerdir.




Bektaşilik Nedir? Türkiyede babagan ve dedegan kollarına bağlı Aleviler kendilerini Bektaşi olarak tanımlarlar.



4 Kapı 40 Makam Nedir ? Yolumuzun erkanı 4 Kapı 40 Makamdır. Bu 4 Kapı ve 40 Makam şöyledir.


4 Kapı;
Muharrem Orucu ve Aşure

Muharrem ayı Hicri takvime göre yılın birinci ayıdır. Bu ayda Aleviler oruç tutarlar. Bu ayın ilk 10 – 12 günü İmam Hüseyin’in Kerbela’da Muharremin 10. günü şehit edilmesi anısına oruç tutulur. O gün yas günüdür. Muharrem ayı “Matem Ayı” olarak da adlandırılır. Miladi takvime göre Muharrem ayı her yıl yaklaşık 10 gün ileri gelir (Çünkü Hicri takvime göre bir yıl 355 gündür). Matem Orucu Kurban Bayramı’ndan 20 gün sonra başlar.

Alevilerin çoğunluğu Ramazan ayında oruç tutmaz.

Muharrem Orucu Alevilerde zorunlu değildir. Herkes kendi arzusuna göre ister tutar, ister tutmaz. Kimse kimseyi etkilemeye de çalışmaz. Oruç tutan kişi gündüz yemek yemez, sigara içmez, herhangi bir içecek içmez, cinsel ilişkide bulunmaz. Akşam yenilen yemeklerde de et yenilmez. Ayrıca doyasıya yemek yemek de doğru değildir.
Bu süre içinde baskı ve şiddete uğrayarak öldürülen Kerbela Şehitleri anılır. Değişik bölgelerde yukarda anlatılanlardan başka bazı farklı kurallar uygulanmaktadır.

Aşure

Matem Orucu bitiminde Aşure pişirilir. Aşure, tatlı bir çorba olup, birlikte yenilir veya evlere dağıtılır. Aşure çorbasında et bulunmaz. Buğday, fındık, ceviz veya meyvelerden oluşan 12 değişik üründen yapılır (tarif). Aşure Günü, Sünnilerin Ramazan Orucu bitiminde kutladığı Şeker Bayramı gibi bir bayram kutlaması değildir. Aleviler; Kerbela’da İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’in sağ kurtulduğu için mutludurlar, bu nedenle çorba tatlı olur.

Muharrem ayında Aleviler bir araya gelerek birlikte mersiyeler, şiirler, deyişler, Alevi önderlerinin kahramanlık öykülerini okurlar, anlatırlar, söylerler.
BOZATLI HIZIR

Anadoluda oluşan Hızır kültürünün kaynağı Hızır (Hıdır) Peygambere dayanır. Hızır Arapça Al-Hazır, Al-Hızır (Yeşillik) anlamında bir sıfat olmakla beraber; bir Peygamber, Nebi, Veli yada bir ulu kişi olarak anılır. Genellikle ismi İLYAS peygamberle beraber söylenir. Buda Hızır-İlyas zamanla “Hızır-Ellez” veya “Hıdrellez” şeklinde yerleşmiştir.
Hızır inanışının önce Mezopotamya da ortaya çıktığı, buradan Yahudi geleneklerine ve inancına girdiği, oradan da gerek Hıristiyan gerekse Müslüman inancına geçerek önemli oranda yayıldığı görülmektedir.
Hızır’ın temel özelliği, Abı Hayat’ı (Bengi su) içerek ölmezlik mertebesine ulaşmasında yatar. İnsanoğlunun ölüm karşısındaki çaresizliğinin ve arayışının bir sembolü olan Hızır, orta doğu mitolojisinin temel unsurlarından biridir. İnanç alanında oluşturduğu bu olgu halk arasında çok canlı ve güçlü tutulmakta. Kendisine tanrı tarafından batın bilgisi (Ledün ilmi, Hakikat ilmi, gerçek ilim) verilerek Hz. Musa’yı eğitmekle görevlendirilmiş, Tasavvuf ehli tarafından “gerçek bilgiye” sahip olmuş “Yetkin insanın (insan-ı kamilin) simgesi sayılmıştır. Halk arasında ise dar zamanlarda imdada yetiştiğine inanılan bir peygamber, eren olarak kabul edilmiştir.
Söylenceye göre: Hızır Aleyhisselam, İlyas Aleyhisselam ve İskender-i Zülkarneyn birlikte Abı Hayat-ı aramaya çıkmışlar. Bir süre sonra karanlıklar ülkesine dalmışlar. Hızır ve İlyas ölmezlik suyunun kaynağını bulup içmişler fakat İskender’e söylememişler.
İslam Sufi’leri içerisinde Hızır genellikle “Veli” sayılmıştır. Hızır Mutasavvuflar arasında “Mürşit” pozisyonundadır. Yani insanları aydınlatan biri sayılır. Hızır’ın içtiği Abı Hayat ise tasavvufta “bilgi, irfan, feyiz, neşe, aşk, vuslat, söz ve şiir” anlamına gelecek biçimde kullanılmıştır.
Halk arasında inanışa göre ise; Hızır her konuda her şeyi bilen birisidir ve yeryüzünde tanrının bir nevi vekilidir. Hızır ve İlyas sağdır. Yaşamaktadır. Hızır karada, İlyas denizde yardıma muhtaç olanlara, zor durumda kalmış olanlara yardım ederler. İmdat isteyenlerin imdadına yetişirler. Hızır ve İlyas yılda bir kez (6 Mayıs hıdrellez gününün gecesi) bir gül ağacının dibinde buluşurlar.
Hızır ve İlyas inancı Alevi düşüncesine ve inancına en yoğun biçimde girmiştir. Öyle ki Hızır’ın adına atfedilen “Hızır Orucu” tutulur ve dördüncü gün bayramlaşılır. Hızır orucunun son gününde özellikle cem ayinleri yapılır. O gece bir bezin veya tepsinin üzerine un konulur ve Hızır’ın gelip bu una dokunarak bir işaret bırakması beklenir. Çünkü Hızır’ın uğradığı eve bereket, sağlık ve düzen gelir. Böyle inanılır. Eğer sabah kalkıldığında un üzerinde bir iz veya işaret görülürse o undan kömbe yapılır (Halk arasında buna niyaz yada lokma denir.) ve çevreye dağıtılır. Kömbeyi istisnasız her ve yapar ve dağıtır. Buna “Hızır Lokması” denilir. Hızır’ın un üzerine iz ve işaret bırakarak onurlandırdığı ev sahipleri gücü yetiyorsa mutlaka kurban keser ve çevreye dağıtırlar.
İnanışa göre Nuh peygamberin gemisi fırtınaya tutulmuş, halk feryat edip “Yetiş ya Hızır; bizi kurtar!” diyerek dua etmişler. Duaları Allah tarafından kabul olunarak, fırtına dinmiş. İşte o zaman yüce Allah’a ‘üç gün oruç’ adamışlar. Bu oruç o günden bu güne kadar aynı inançla tutulmaktadır.
Hızır orucu, eski takvim (rumi) aylar hesabına göre 31 Ocak ile 2 Şubat arasında (3 gün) tutulurdu. Ancak, bu ayları şimdi kullandığımız miladi takvime çevirirsek, 13-14-15 Şubat günlerine gelmektedir. Oruç bu günlerde tutulur
MÜBÂREK AYLAR, GÜNLER VE GECELER
Muharrem ayi:
Sefer ayi:
Rebiûlevvel ayi:
Rebiûlâhir ayi:
Cemâziyelevvel ayi:
Cemâziyelâhir ayi:
Receb-i Serif
Saban ayi:
Ramazan-i Serif
Sevval ayi:
Zilkade ayi:
Zilhicce ayi:

1)
Muharrem ayi:

Arabî aylarin hicrî tarih ile sene basi Muharrem ayi’dir. Ramazan ayindan sonra aylar içerisinde en hayirlisidir. "Zilhicce’nin sonuncu günü ile Muharrem’in birinci günü oruç tutanin orucu elli yillik günahina keffarettir" Hadis-i Serîf

Muharrem ayinin ilk Cuma gecesi: Tâhâ Sûre’si bir defa okunacak. 9, 10 veya 10 ve 11.nci günler (10.ncu gün Asûre günü) oruç tutulacak. 10.ncu gece yatsidan sonra 2 rek’at namaz kilinacaktir. Her rek’atinda; 1 Fâtiha-i Serîfe, 1 Ayet-el Kürsî okunup namazdan sonra 313 defa "Lâ ilâhe illâ ente sübhaneke inni küntü minezzâlimîn" 1 defa Tenzile Sûresi okunacaktir. Muharrem’in 10.ncu günü Kusluk vaktinde 8 rek’at namaz; her rek’atte 1 Fâtiha-i Serîfe, 1 Ayet-el Kürsî ile kilinacak, namazdan sonra 100 Ihlâs-i Serîf okunacaktir.

2)
Sefer ayi:

Her Çarsamba gününde saat 10’da kilinan bir namazi vardir. Bu namaz 4 rek’attir. Her rek’atte 1 Fâtiha-i Serîfe, 7 kere Kadr Sûresi, 5 Ihlâs-i Serîfe, 1 Felâk, 1 Nâs Sûresi okunur. Namazdan sonra 313 defa "Allahümme yâ dafial belâya idfeg ânnel belâya vel kazaya fallahü hayrun hâfiza ve hüve erhamürrâhimiyn" okunarak, her gün 100 defa "inna nahnü nezzelnez zikrâ ve inna lehü le hâfizûn" okunur.

3)
Rebiûlevvel ayi:

12.nci gecesi "Mevlîd-i Nebevi" gecesidir. Peygamber efendimizin (s.a.v) dünyayi sereflendirdikleri bu gecenin gündüzünde de oruç tutmak müstehaptir. Bu ay içinde mümkün oldugu kadar selâtü selâm çok okunmalidir.
4)
Rebiûlâhir ayi:

Hayirli ömür, düsmana galebe ve kötü ölümden muhafaza için sabah aksam 3’er kere su duâyi okumalidir: "Sübhanallahi mil el-Mizan ve müntehel ilmi ve meblegar-riza ve zînetel-ars"

5)
Cemâziyelevvel ayi:

Bu ayda normal zikirlere devam etmelidir.
6)
Cemâziyelâhir ayi:

Bu ayda normal zikirlere devam etmelidir.
7)
Receb-i Serîf ayi:

Allah'in ayidir. Bu aya oruçlu olarak girilmeli ve bu ayda Allah'a çok siginilmalidir. Bu ayin 1.nci günü oruç tutanlara; 3 senelik, 2.nci günü oruç tutanlara 2 senelik, 3.cü günü oruç tutanlara 1 senelik nâfile oruç sevâbi verilir. Hergün 100 defa Ihlâs-i Serîf okunacak, ilk gecesi 20 rek’at namaz (1 günlük kaza namazi) kilinir.
Regaib Gecesi

Mi’raç Gecesi

10 gün 100 defa "Sübhanallahü hayyül Kayyum"

10 gün 100 defa "Sübhanallahü ehadüs Samed"

10 gün 100 defa "Sübhanallahü gafurur Rahiym" zikirlerini yapmak müstehaptir.

8)
Saban ayi:

Resûlullah Efendimizin (s.a.v) ayidir. Çok salavat-i serîfe söylenmelidir. Hergün 100 defa "Kevser Sûresi" okunmalidir.
10 gün 100 defa "Yâ Latîf (c.c)"

10 gün 100 defa "Yâ Rezzak (c.c)"

10 gün 100 defa "Yâ Azîz (c.c)" okunmalidir.: Saban ayinin 15.nci gecesidir. Gündüzü oruçlu, gecesi ibadet ve zikirle geçirilmelidir.

Berâ(e)t Gecesi
9) Ramazan-i Serîf:

Ramazan ayi onbir ayin sultanidir. Ümmet-i Muhammed’in ayidir. Gündüzleri oruçla, geceleri teravih ile ihyâ edilir. Evveli rahmet, ortasi magfiret ve sonu Cehennem’den azad’dir. Istigfar, salâvat-i serîfe ve Kelime-i Tevhid sIkça ve çok söylenmelidir.
10 gün 100 defa "Yâ erhâmerrâhimiyn" (c.c)
10 gün 100 defa "Yâ gaffarezzünûb" (c.c)
10 gün 100 defa "Yâ mürkâbîn" (c.c) zikri yapilir.
10)
Sevval ayi:

Bu ay içinde 6 gün nâfile oruç tutulursa, senenin tamaminin oruçlu olarak geçirilmis gibi sevap alinacagi bildirilmistir.
11)
Zilkade ayi:

Haram aylardandir. Diger vakitlerde helâl olan bazi islerin haram oldugu aylardandir. Normal ibadete, nafilelere, zikirlere devam edilmelidir.
12)
Zilhicce ayi:
Ilk on gün Allah (c.c) indinde çok kiymetlidir. "Bu günlerde her birinin orucu bir senenin orucuna, gecelerden her birinin ihyâsi da kadir gecesi’nin ihyâsina esittir" buyurulmustur. Bu on günden sonra 4 gün mü'minlerin ikinci bayrami olan mübârek Kurban Bayrami vardir. Bu bayramda Allah rizasi için Kurban kesilir. Kurbanin derisi de kendisi de ancak Allah içindir. Israf edilmez, dîn düsmanlarina verilemez. Etinden mü'minlere dagitilir, fakirler sevindirilir, derisi de bir Islâm hizmetine vakfedilir. Kurban bayramindan 1 gün evvelki gündür. Hadis-i Serîf’de "O gün oruçlu olan kimsenin, biri geçmis, biri de gelecek iki senelik günahlarinin tamamen magfur olacagini Cenab-i Allah'tan ümid ederim" buyuruldu.

Arefe günü:

Vacib Tekbir’ler: Arefe’nin sabah namazinin farzindan, Kurban Bayrami’nin dördüncü günü Ikindi Namazi’na kadar; farzlardan sonra 1 kere söylenir. Söylenisi: "Allahüekber Allahüekber, Lâ ilâhe illallahu Allahüekber, Allahüekber ve lillahil hamd" seklindedir.

100 istigfar, 100 Salâvat-i Serîfe, 1000 Ihlâs-i Serîf, 100 defa "Lâ ilahe illallahü vahdehu lâ serikeleh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli sey’in kadiyr" okunur.

Kul hakki namazi: 4 rek’attir. Bu namaz yalniz senede 5 gün kilinir: Regâib Kandili, Berât Kandili, Ramazan ayinin son Cuma günü, Kurban arefesi günü, Muharrem’in 10.ncu günü.
1.nci rek’atte 1 Fâtiha-i Serîfe 3 Tekâsür
2.nci rek’atte 1 Fâtiha-i Serîfe 3 Kâfirûn
3.ncü rek’atte 1 Fâtiha-i Serîfe 3 Âyet-el Kürsî
4.ncü rek’atte 1 Fâtiha-i Serîfe 25 Ihlâs-i Serîf
Namazdan sonra 70 Salavat-i Serîfe okunur. Duâ yapilir.
Imani Muhafaza Namazi:
Kabir namazi
Ana baba hakki namaz
Istiane (yardim) namazi
Abdest sükür namazi:


GÜNAH VE SEVAP





Sana yarar sağlayacak ya da zarar verecek fiilindir!.
Pozitif enerji adını verdiğimiz bu dalgalar beynin «verici» mahiyetteki düşünce ve fiillerinden oluşan bir enerji türüdür!.. Dindeki adı «sevap»tır!..
Pozitif enerjinin karşıtı olan «negatif enerji» adını verdiğimiz dalgalar ise beynin «alıcı», «birimsel menfaate dönük» davranışlarından oluşur. Dindeki adı «günah»tır!..
‘’Günah’’, Hakikatini bilmeyenin davranışlarının adıdır.


GÜNAH VE SEVAPLAR NASIL YAZILIYOR?!

Melekî kuvve ve kuvvetler sayısızdır...
Meselâ, insanın müvekkel melekleri, insana vazifeli olarak verilmiş melekler… Esasen bu konuda, Hz. Rasûlullah aleyhisselâm buyuruyor ki:
“Bir çocuk doğduğu andan itibaren, onunla ilgili, onunla beraber olmak üzere bir Melek meydana getirilir. Bir de onunla beraber olan bir Cin`i vardır. O melek onu, meleki güçlere çekmek isterken, o cin de onu maddiyata, süfliyata çeker.”
Neticede o kişi ya melekiyeti kazanır, melekler âlemine yükselebilecek düzeye gelir. Veyahut da Cin`e yani şeytana tâbi olarak, kendini madde beden kabul edip, bu süflî madde dünyasında kaybolur, boğulur gider.”
Bu iki meleğin dışında ayrıca, iki de “Kirâmen Kâtibeyn” denen, sağ ve sol omuzda diye anlatılan bu iki meleğin vazifesi, dini tabirle sevap ve günahları yazma olarak anlatılır.
Buradaki “sevap ve günahları yazmak” diye anlatılan olay, bizim genelde anladığımız mânâda bir kalemle bir yazı mahalline yazmak değil, elbette!..
Bildiğimiz gibi, insanın sağ yönünde, Çinlilerin 2000 sene önce tespit etmiş olduğu, vücudun sağ yönünde, Akapunkturun esasını getiren pozitif yük vardır. Sol yanında da negatif yük vardır.
Kişinin kendini madde ötesi yaşama hazırlamasını sağlayan fiil ve düşünceleri, çevresine verici fiil ve düşünceleri, pozitif yük ağırlıklı olarak, beyinde düşünülür ve bunlar dalgasal yapıya çevrilerek ruhta kayda alınır!.
Ruha yüklenen bu pozitif yüklü dalgalar, kişinin ruhunun dünyanın manyetik çekim alanından kurtulmasına ve cennetlere açılmasına vesile olan güçtür!.
Buna mukabil, kişinin, alıcı, kendine toplayıcı, dünya ve maddeye yönelici düşünce ve eylemlerinden oluşan fiilleri ve düşünceleri, günah diye nitelendirilir; ve bu menfi, negatif ağırlıklı dalgaların meydana getirdiği dalgasal üretim, ruha negatif olarak yansır ve bu da kişinin madde dünyasına bağlılığını, çekimini artırır.
Dolayısıyla, madde dünyasına ağırlıklı olarak bağlanan bu ruh, neticede madde dünyasından kopamaz ve o nispette de dünya ile birlikte güneşin dalgasal boyutuna girerek orada büyük azaplar çeker.
İşte, kişideki pozitif ve negatif yükün kaynağı, din terminolojisinde; kişinin günahları ve sevaplarını yazan “iki omuzundaki iki melek” diye tarif edilmiştir...
“Sevap” denen sistem düşünceye, “günah” denen sistem ise beyindeki fiile dönük devreyle çalışır...


GÜNAHLAR NEDEN BULÛĞ’DAN EVVEL YAZILMAZ?

Pozitif enerji dalgaları (sevab) kişinin ilk şuur hallerinden itibaren üretilir. Bu sebebten 5-6 yaşından itibaren çocuğa müsbet çalışmalar tavsiye edilir ve bu istikamete yönlendirilir.
Negatif enerji dalgalarını (günah) beyin «büluğa ermek» diye tanımlanan cinsiyet hormonlarının salgılanmasından sonra üretmeye başlar!
Zira bu dalgalar, beynin biokimyasının seks hormonlarıyla etkilenmesinden sonra beyin tarafından üretilebilmektedir. Bunun için de, “büluğdan evvel kişinin günahları yazılmaz” diye mecazi bir şekilde anlatılır bu durum.
Kişi, bulûğa erme denen östrojen ve androjen hormonlarının üst düzey faaliyete geçişiyle birlikte mesûliyet devresine girer. Bu, şu demektir; Beyin bu hormonların kimyasal etkisiyle birlikte yanlış zihinsel faaliyetlerini negatif yük olarak ruha kaydetmeye başlar!.. Yâni günah olarak!.. Yâni, iki omuzundaki iki melek tarafından!.. Ayrıca gene bu beyin faaliyetleri pozitif ve negatif yük esasıyla ve her beynin kendine has şifresiyle boşluğa yayınlanır.


BÜTÜN GÜNAHLARIN KÖKENİİ
”TANRIYA İNANMAK”TIR!

Günahların en büyüğü nedir?..
"İnneş şirke lezulmün azîm"!..
"Şirk azîm zulümdür";
diyor âyet...
Yani, "Allah"ı, tanrı mesabesine koymak!... Şirk budur!...
"Sizin için korktuğum gizli şirktir, artık açık şirk olmaz ümmetimde" diyor...
Öyle ise Tanrıya tapmak "kebâir"in ta kendisidir!... Büyük günahların en başında gelen ve hepsinin kökenidir!...
Bütün günahların kökeninde de "Şirk-i hafi" yani "tanrıya inanmak" yatar!...
"Ey iman edenler.... Allah'a iman edin"; âyetindeki uyarı, Hz. Muhammed ve Kur'âna imân, edip henüz Tanrı anlayışından kurtulmamış olan SAHABEYE gelmişti.... Sahâbe, yani Allah Rasûlü'nü gören(!)ler böyle olursa... Ya bizler?!....


BÜYÜK GÜNAHLAR

Savaştan kaçma olayının dahi bu şekildeki istiğfarla affedilmesi olayına gelince…
Savaştan kaçma, Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın bildirdiği üzere yedi büyük günâhtan birisidir.
Buyuruyor ki Rasûlullah:
-Helâk eden yedi şeyden sakının."
Soruluyor “nedir onlar” diye:
"Allah'a şirk koşmak;
Allah'ın haram kıldığı insanı öldürmek;
BÜYÜ ve sihir yapmak;
Faiz yemek;
Yetim malı yemek;
Savaştan kaçmak;
İffetli kadına zinâ iftirası atmak."
açıklaması yapılıyor Efendimizden.


EN BÜYÜK GÜNAH NEDİR?

Günah, “benlik”ten doğar!.
En büyük günah da “BENLİK”tir!.
İşte en basitiyle İslâm.
İslâm'ın temel esaslarını ve bu temel esasların hangi sırlara dayandığını detaylı bir şekilde öğrenmek isteyenler "TEMEL ESASLAR" kitabımızı okusunlar...
"Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz"!.
Buyuran Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bildirdiği Kurân’ın bize en öz mânâda anlatmak istedikleri ve bizden talep ettikleri.
Şâyet bunları anlayabildiysek.
Şimdi de önce "GÜNAH"ı anlayalım sonra da "İstiğfar"ın ne olduğunu ve nasıl bir düşünceyle yapılması gerekliliğini.
"Dağlar gibi kuşatmış, benlik günâhı seni günahını bilmeden, gufrânı arzularsın"
Ve işte bundan sonradır ki. Artık KUR'ÂN-I KERİM'e "EL SÜREBİLİRİZ"; ve ZİKRE, DUAYA başlayabiliriz.


BİR GÜNAHIN BÜYÜKLÜĞÜ
KİŞİNİN ÂHİRETİNE VERDİĞİ ZARARLA ÖLÇÜLÜR!

Vicdanımızın bize, sen imanlısın demesi önemli mi?...
Yoksa, amelimiz mi imanımızın göstergesi?...
Mesela, sigara içen biri, sigaranın beynine ve dolayısıyla âhiretine zarar vermekte ve kendine zulmetmekte olduğuna imanlı mıdır?
İmandan AMAÇ, İMANIN GEREĞİ OLAN AMEL MİDİR?
İmanın gereği olan amel yoksa, iman mevcut olabilir mi?
Sigara için biri, ben sigaranın zararlarına iman ediyorum dese dahi, böyle bir imanı var mıdır?o zarara iman etmiş biri sigaraya devam edebilir mi?ediyorsa, o konuda imanı hala var olabilir mi?...
Her konuda gerçekçi olalım ve ne karşımızdakini, ne de kendimizi aldatmayalım!...İman ehlinden mümine bilerek zarar gelmez, diyor Hz.Rasûl!.
Eğer çevremize veya kendimize bilerek zarar veriyorsak, bu durumda ne kadar imanlı olabiliriz?
Anlayışı kıtlara kapı açıyorum:
Buhari 2144 nolu hadise göre zinada en hafif günahlardandır; iki kişi arasında kalması ve beyne direkt zararı olmaması yönünden!...
Ama sigara kişinin hem kendisine hem de çevresine bilerek zulmetmesidir ki, bu zinadan çok daha büyük günahtır!...
Bir günahın büyüklüğü kişinin ahıretine verdigi zararla ölçülür...
Kimsenin ne kendi beynine ne de baskasının beynine zarar verme hakkı yoktur... Mesela sigaranın zararına iman diye bir konu sözkonusu olamaz!... Çünkü artık o, iman boyutunu asmıs, ikan noktasına ulasmıstır!... Çünkü bu zarar bilimsel olarak, madden tespit edilmiştir!..
Öyleyse, ister sigara yollu, ister başka fiillerle kendisine veya çevresine bilerek zarar veren kişinin imanından ne kadar sözedilebilir?
Allah, bizi çevremize ve kendimize(kendisine) yararlı olalım diye mi yarattı; yoksa kendimize ve çevremize zarar verelim diye mi yarattı?
İman, bizi çevremize yararlı ameller konusunda yönlendirmiyorsa, o iman ne kadardır bizde?
Sigaranın misâlini her konuya yayalım...
İman, bizi her konuda insanlara yararlı olmaya, onlara birşeyler kazandırmaya yönlendirmek isterken, biz onlara yararlı olmak yerine zararlı oluyorsak bu mümindir baskılı elbiseyle dolaşsak, imanlı sayilir mıyız acaba?
Kim Cennetlik?

Eski bir tarihte, Anadolu’nun bir beldesine uğrar Hızır Aleyhisselam. Maksadı halkın ahvaline muttali olmak, yardıma muhtaç olanlara kol kanat germektir. Belde ahâlisinden iki kişi çok dikkatini çeker. Birincisi şehrin ibadete en düşkün insanıdır. Mescid kuşudur âdetâ… Belli başlı ibadetlerden kalan vaktinde dahi boş durmayıp sürekli zikreder, düşünür, tefekkür eder. Kîl ü kâle, boş lakırdıya tenezzül edip de kulak asmaz. Bütün derdi tasası ahiret… Ve nâil olduğu mertebenin büyüklüğü görülür üzerinde. Yürüyüşünde, oturuşunda, kalkışında, insanlara bir çift söz edişinde bir ululuk, bir tekebbür vardır. İbadet ve itaatle geçen ömrünün âkıbetinden yana duyduğu büyük bir emniyet içerisindedir sanki. Ve Hızır Aleyhisselam o belde halkından kim ile konuştuysa, bu mübarek, muhterem insanın, yüzde yüz cennete gireceğine inandıklarını müşahede eder. Deseler ki hani, “bu belde halkından sadece bir kişi cennete girecek” Ahâli “mutlaka odur” der. “Ondan başkası nasıl olabilir ki?” Acaba bir insan bu kadar da hürmete lâyık mıdır, diyerek şaşar Hızır… Onun hayretle müşahede ettiği bir ikinci kişi ise, bu muhterem şahsın tam tersi istikamette yol alan bir günahkardır. Ömründe ondan daha murdar, daha mendebur bir insan görüp görmediğini düşünür. Vaktiyle bütün haramları işlemiş, cürümden isyandan yana takati kalmadıysa da, aklı fikri hâlâ mâsıyette. İçki içerken bir köşede sızar kalır. Kendine gelir gelmez ilk işi, şişesinden bir yudum daha içmektir. Hani güzel bir insandan bahsedilirken, her halinde bir güzellik var, denilir ya… Bu adamın da her halinde başka bir çirkinlik var. Ahâliden biri onu uzaktan görse hemen yolunu değiştirir. Yakınından geçmek mecburiyetinde kalsalar, tiksintiyle yüzlerini buruşturup hiç oralı olmamaya çalışırlar… Sanki o pis herif orada yok. Görüp de ne yapacaklar zaten, şeytan görsün yüzünü. Düşünmezler ki şeytan görse ne yapacak ki? Onca yıldır ikaz edip dert anlatamadıkları herife hakaret etmeye dahi doymuşlardır artık. Kimsenin gözünde kuldan sayılmaz. Ve ahâli inanır ki bu fâsık, cehenneme bile giremez. Allah Teâlâ böylesi bir kulu cehennemine alıp da ne yapacak ki. Böyle bir kula cehennem mükâfât olur. Buna da şaşar kalır Hızır Aleyhisselam. Bir kul da hiç bu kadar düşer mi acaba? Âbid şahsın yanına gidip kendisinin Hızır olduğunu söyler. Bir isteği var mıymış öğrenmek ister. “Rabbimin katındaki mevkiimi bilmek isterim mümkünse. Cennetliklerden miyim, yoksa hafazanallah cehennemliklerden mi?” “Peki inşallah” deyip yanından ayrılırken, sallana sallana gelir ötekisi. Her hâli tavrı ibâdet olan muhterem, hemen yüz çevirip uzaklaşır oradan. Konuştuklarını duyan adam da sarhoş bir edâ ile rica eder: “Benim de yerimi öğrenebilir misin? Acaba ben cehennemlik miyim? Sualin garabetine şaşıp adamın haline acıyan Hızır, “peki öğreneyim” der ve beldeden ayrılır gider uzaklara. Bir iki sene aradan sonra Hızır Aleyhisselam o beldeye tekrar uğrayıp Âbid’i ibâdetlerinin mükâfatı olarak kendisine ihsân edilen cennet ile müjdelemek ister. Karşılaştıklarında Âbid hiç acele etmeden, sükûnet ve teennî ile sorar. Hızır tebessüm ve sürûr içinde en güzel haberi verir kendisine: “Müjdeler olsun sana, Cennetliksin, ne kadar şükretsen azdır değil mi?” Bu muazzam haberi soğuk bir tebessümle karşılayan Âbid: “Biliyordum zaten” der, o her zaman ki emin haliyle. O basit tebessüm, insanın içini donduruveren buz gibi gülümseme, dağlardan ağır gelir Hızır’a… Bu kibir görüntüsü karşısında âdeta ezilir, içi titrer ve arkasına dahi bakmadan uzaklaşmaya çalışır. Bu sefer de ayakta dahi duramayan o rezil herif dikilir karşısına. Sallana sallana sorar kendisine. Üzüntüsü iki kat daha artar Hızır Aleyhisselam’ın, içi daha bir ezilir: “Yazık etmişsin kendine, çok yazık etmişsin. Seni Cehennemlikler arasında gördüm” der. Duyduklarına inanamayan adam, hayretten büyüyen gözleriyle şaşkın şaşkın sorar: “Cehennem mi dedin sen? Allah beni Cehennemine kabul mü etmiş?” deyip bırakır kendini yere… Ömründe secde etmeyen adam, bir türlü beceremez secdeyi de, yerde göz yaşları içerisinde debelenir durur. Bir yata bir kalka, iyiden iyiye toza toprağa bulanır. Görenler şaşkın şaşkın ona bakar, kimi tiksinir döner arkasını gider. O onlarla da alay etmekten geri durmaz. Sarhoş nârasını andıran bir âvâz ile: “N’olduuu… Allah seni cehenneme almaz diyordunuz hani. Hani ben cehenneme bile layık değildim n’olduuu… Gördünüz mü Rabbim bana Cehennemi bahşetti. Beni hiçlikle, yoklukla cezalandırmadı sizin gibi.” Çıkarır cebinden içki şişesini, vurur yere, parçalar, yakasını paçasını yırtar ha bire: “Aha benden tövbe sana Allah’ım. Madem beni kabul ettin cehennemine, ben de senin cehennemine lâyık bir kul olmaya çalışacağım bundan sonra. Sana söz, bak bir daha günah işlemeyeceğim, sen tek beni kulun olarak gör e mi? Ben yokmuşum gibi yapma. Var ettin ya beni, yoklukla cezâlandırma.” Zavallıyı kendi hâline bırakan Hızır, ne olup bittiğini anlayamamanın şaşkınlığı ve hayreti içerisinde kendi kendine söylenerek uzaklaşır: “Keşke bu iki insan, şu anda makamlarının değiştirildiğini bilselerdi.”
Hızır Orucu ve Hz. Hızır
Hızır Aleyhisselam, Hz. Musa zamanında yaşamış. Ab-ı hayat (ölmezlik suyunu) içerek ölümsüzlüğe erişmiş. Kendisine Allah tarafından batın ilmi (ledün ilmi) verilerek Hz. Musa’yı eğitmekle görevlendirilmiş, tasavvuf ehli tarafından gerçek bilgiye sahip olmuş yetkin insanın (insan-ı kâmil) simgesi sayılmış. Halk arasında dar zamanlarda imdadına yetiştiğine inanılan bir peygamber veya erendir.
Misafir gelirse kısmeti bile
Misafir Hızır arzulu dile
Hatayi uğrunu tut vergil ele
Mihmanlar siz bize safa geldiniz
Aleviler her evine gelen misafiri Hızır diye karşılar. Kendisine mihman eder ve bütün cömertliğini gösterir, yarin yanağından gayri mihmanıyla her şeyi bölüşür.
Misafir perverliğini gösterir ve mihmanını uğurlar çünkü mihman Hızır’dır, Hakk’tır, mihman gelene eve bereket gelir (Bakara suresi ayet 3).
“(O takva sahipleri ki) onlar gaybe inanırlar. Kendilerine rızk olarak verdiğimizde de Allah yolunda harcarlar." İşte ayetteki rızk ve Alevilerin işte cömertliği ve işte paylaşmanın güzel örnekleri.
Hızır Aleyhisselam, İlyas Aleyhisselam ve İskender-i Zülkarneyn, birlikte ab-ı hayat suyunu aramaya çıkar. Hızır ve İlyas bu suyun kaynağını bulup içmişler ve ölümsüzlüğe ermişlerdir. Hızır ve İlyas sağdır yaşamaktadır. Hızır karada, İlyas denizlerde, yardıma muhtaç olanlara zor dur